12 Temmuz 2009 Pazar

İNSAN&ADALET

İnsan, insanlığını adil bir varlık olduğu sürece gerçekleştirebilir
Adalet istemek, insanca bir şeydir. Fıtri kabiliyetleri olgunlaşmamış
birinin, mümin olmadan önce insan olması gerekir.

“(Öyle) Bir fitneden sakının ki, aranızdan yalnız haksızlık
edenlere erişmekle kalmaz (hepinize erişir). Bilin ki Allah’ın
azabı çetindir.” (8 Enfal / 25)

İnsanın yaptığı bütün iyilikler, kendisi içindir. Dünyada
mevcut bulunan imkânların, insanlar arasında adil olarak
paylaşılması halinde herkese yeteceği yatsınamıyacak bir gerçektir
a. İnsan yeryüzünde halifedir. Bu husus Allah tarafından
açık bir şekilde beyan edilmiştir.
b. İnsan meleklerden üstün bir varlık olarak yaratılmıştır.
Bu üstünlüğün temel sebebi de ona bilginin verilmesi
yani bilgi elde etme aracı ve yöntemi olarak akıl ile donatılmasıdır.
c. İnsan eşrefi mahlukattır ve Allah’tan başkasına secde
etmeyen melekler ona secde etmekle yani ona hürmet
etmek ve saygı göstermekle emrolunmuşlardır
. Yaptıklarından sorumlu bir varlık olan insan, hayatın tüm
alanlarını ilgilendiren haklarını kullanırken adaletten ayrılmamak
zorundadır. Adalet kavramı bu açıdan ele alındığında;
bu kavramın birbiriyle ilişkili farklı açılımlarının olduğu
görülür. Dolayısıyla adalet kavramının felsefi boyutunu,
siyaset boyutunu, ahlaki ve hukuki boyutunu göz önünde
bulundurarak değerlendirmek gerekir.
din için asıl olan amaç; insan-insan, insan- toplum
ve insan- iktidar arasındaki ilişkileri adalet ve ahlak
merkezli bir zeminde tesis etmektir.

İnsanın kendisine ve başkasına karşı görev ve sorumlulukları vardır. Dünyaya
gönderiliş sebebi olan kulluk bilinci bu görev ve sorumlulukları
yerine getirmeyi zorunlu kılmaktadır. Buna
göre yaşama ve yaşam için ihtiyaç duyulan temel haklar
kutsaldır, çiğnenemez. Haksız yere bir insanı öldüren
veya yeryüzünde bozgunculuk yapan kişi tüm insanlığı
öldürmüş gibidir.

Dinin amaç ve hedefi, insanın
temel haklarını sağlamak ve korumaktır. Bundan
dolayı da din, şu beş ilkenin korunmasını zorunlu olarak
talep eder. Dini korumak, aklı korumak, nesli korumak,
malı korumak ve nefsi korumak.

Dinin insan haklarıyla olan ilişkisinin mahiyetini dinin insana
olan bakış açısında bulmak mümkündür. İslam’ın insana
bakış açısını da Kur’an da tafsilatıyla anlatılan Adem’in
yani insanoğlunun yaradılış kıssasında bulabiliriz. Bu kıssanın
derin bir analizinde şu hususlarla karşılaşırız:
a. İnsan yeryüzünde halifedir. Bu husus Allah tarafından
açık bir şekilde beyan edilmiştir.
b. İnsan meleklerden üstün bir varlık olarak yaratılmıştır.
Bu üstünlüğün temel sebebi de ona bilginin verilmesi
yani bilgi elde etme aracı ve yöntemi olarak akıl ile donatılmasıdır.
c. İnsan eşrefi mahlukattır ve Allah’tan başkasına secde
etmeyen melekler ona secde etmekle yani ona hürmet
etmek ve saygı göstermekle emrolunmuşlardır

Adaletin ahlaki boyutu insan hayatının en önemli erdemlerinden
biridir. Kişi, hayatın tüm cephelerinde ahlaklı
olduğu sürece adaleti gerçekleştirmiş olur. Söz ve davranışlarında dengeyi elden bırakmayan, merhamet
vasfıyla donanarak herkese karşı iyilikte bulunan, kendi çıkarlarına sahip çıktığı kadar başkalarının da çıkarlarını koruyan kimse adaletin ahlaki boyutunu yaşatır.
Ebu Bekir Razi “Uğruna yaratıldığımız ve menziline
sürüklendiğimiz keyfiyet bedeni hazlar değildir, bilgi
ve adalettir. Bunlar bizim bu dünyadan kurtulup acının
da ölümün de olmadığı dünyaya intikalimizin yegâne
dayanağıdır.” diyerek bilgi ve adaleti, insanın varoluş
amacı olarak görmektedir.
Hukuk ve yargı alanı da tamamen adalet ilkesiyle varlığını devam ettirebilir. Toplumun herhangi bir bireyi haksızlığa uğradığı zaman bu haksızlığı ortadan kaldıracak yegâne merci hukuk ve yargıdır. Hukuk ve yargı kurumunun vazgeçilmez bir parçası olan şahitlik, adaletinden
şüphe edilmeyen şahit veya şahitlerin varlığıyla ayakta
kalır. Ayrıca adaletin sosyal boyutunun gerçekleştirilmesi
de hukuk ve yargının başlıca görevidir. Çünkü adalete giden yol, sosyal adaletten geçer.

Adalet; haklı ile haksızın ayırt edilmesi; haklıya hakkının verilmesi, kişilerin
hak ettikleri şeye sahip olabilmeleridir. Ayrıca kişinin kendine ait
mülkünde dilediği gibi tasarrufta bulunabilmesi, adaletin ve özgürlüğün
şartıdır. Bu bağlamda hemen açıklanması gereken ikinci kavram eşitliktir.
Eşitlik: bütün insanların eşit haklara sahip olduğunun kabulüdür. Hakka
saygı duyulması, başkasının hakkına müdahale edilmemesi adalet ilkesi
çerçevesinde doğan hakkın, hak sahiplerine verilmesidir.
Adaleti sadece, devlete (ya da otoriteye) ait bir şeymiş ve onun dışında uygulama alanı yokmuş gibi düşünmek, bu kvaramın ahlaki yönünü
görmezlikten gelmek demektir. Siyasi otoriteden adaleti isteyen ya da onu adaletsiz olmakla itham eden bireylerin kendi yaşamlarında, diğer insanlarla kurdukları ilişkilerde bu ahlaki ilkeye
riayet edip etmediklerine de bakmak gerekir
Kur’an-ı
Kerim’de adalet sıfatından yoksun olan kişi, dilsiz, aciz
ve hiçbir işe yaramayan, bunun da ötesinde sahibine yük
bir köleye benzetilerek şöyle tasvir edilmektedir: “Allah,
şu iki kişiyi de misal verir: Onlardan biri dilsizdir, hiçbir
şey beceremez ve efendisinin üstüne bir yüktür. Onu
nereye gönderirse bir hayır getiremez. Şimdi, bu adamla,
doğru yolda yürüyerek adaleti emreden kimse bir olur
mu?” (Nahl, 16/76)

İslam’da hak ve hakikate dayalı adalet ilkesi, bireyin hem
diğer insanlarla hem de kâinatla olan ilişkisini tespit ve
tayinde belirleyici unsur olmuştur. Nitekim insanlar arası
adaleti tesis etme hususunda Allah, akrabalık bağına,
kişilerin zengin ya da fakir olmalarına, dost ya da düşman
olmalarına bakılmaksızın hüküm verilmesini emretmektedir:
“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle
şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz
kin, sizi adil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu,
Allah’a karşı sorumluluk bilinci duymaya en yakın olan (davranış)tır. Ve Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. Şüphe yok ki Allah bütün yaptıklarınızdan
haberdardır.” (Maide, 5/8)

“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendini,
ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik
eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz)
zengin olsunlar, fakir olsunlar, Allah onlara (sizden)
daha yakındır. Hislerinize (heva ve hevesinize) uyup adaletten
sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik
etmez), yahut şahitlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki)
Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisa, 4/135)

insanlar arasında adil olmayan bir ilişki ve
tutum, Allah’ın rızasına ve İslam’a uygun
değildir. Çünkü Allah her şeyden evvel, bir şeye hüküm verildiği zaman adaletle hükmedilmesini ister. (Nahl,
16/90).