SAYIN MURAT BARDAKÇI,SAYIN PELİN BATU VE SAYIN ERHAN AFYONCU'NUN KATILIMIYLA GERÇEKLEŞTİRİLEN ÇOK GÜZEL VE AKICI BİR PROGRAM
'''''''''''''''''''''''''''TARİH MERAKLILARINA DUYURULUR''''''''''''''''''
15 Temmuz 2009 Çarşamba
12 Temmuz 2009 Pazar
Dinle ey İsrail!
Dinle ey İsrail!
22 November 2000 yılında yayınlanan bir yazımı, bugün biraz ekleme ve çıkartmalarla tekrar yayınlıyorum. Çünkü İsrail cephesinde yeni bir durum yok..
Bu arada önce Kur’an'dan bir mesaj (Gazze'yi aklınızda tutarak okuyun şimdi): Nisa 75 “Size ne oluyor da, ‘Ey Rabbimiz, bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost / veli ve bize katından bir yardımcı gönder’ diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaş mıyorsunuz?”
Ey Musa (selam sana ve kardeşin Harun’a) kavmini, senin Allah'a şikâyet ettiğin gibi sana şikâyet ediyorum..
Onlar Kur’an'a iman etmediler. Bari “iman ettik” dediklerine uysalardı, ama “kan dökmeyeceksin” dendiği halde kan döküyorlar.
(İşaya Bab 1) “Ah ey suçlu millet! Haksızlığı yüklenmiş olan kavim, kötülük işleyenlerin zürriyeti, baştan çıkmış çocuklar! Rabbi bıraktılar da İsrail'in Kuddus'unu hor gördüler. Yabancılaştılar ve gerilediler. Niçin sapıklığı artırarak yine vurulmak istiyorsunuz? Rabbinizin şeriatına kulak verin. Temizlenin. Kötülük etmekten vazgeçin. İyilik etmeyi öğrenin, adaleti arayın. Ezilmiş olana doğruluk edin, öksüzün hakkını koruyun. Dul kadının davasına bakın.. Fakat asi olursanız sizi kılıç yiyip bitirir.. Sadık şehir nasıl fahişe oldu. O şehir ki; hakla dolu idi. Şimdi ise adam öldürenlerle dolu. Gümüşün curuf oldu. Reislerin asi, ortakları hırsız! Her biri rüşvet yiyor.. Öksüzün hakkını vermiyorlar. Ve dul kadının davasına sahip çıkmıyorlar..”
İman ettik dedikleri kitapta “Levililer 27-33”de böyle denmedi mi? Hani Cumartesi yasağına uyacağız diye söz vermişlerdi..
“Ve eğer bununla da beni dinlemezseniz ve bana karşı yürürseniz, o zaman ben size karşı öfke ile yürüyeceğim. Ben de suçlarınız için sizi yedi kat tedip edeceğim. (...) Ve yüksek yerlerinizi yıkacağım. Ve güneş putlarınızı devireceğim. Ve leşlerinizi putlarınızın leşleri üzerine koyacağım. Ve canım sizden nefret edecek. Ve şehirlerinizi çöl edeceğim. Ve makdislerinizi ıssız bırakacağım. (...)Ve ben diyarı ıssız bırakacağım. Ve onda oturan düşmanlarınız bundan dolayı şaşacaklar. Ve sizi milletler arasında dağıtacağım. Ve ardınızdan kılıç çekeceğim. Ve diyarınız ıssız olacak. Ve şehirleriniz çöl olacaklar.”
“Çünkü memlekette hakikat ve iyilik ve Allah bilgisi yok. Lanet ve yalan ve adam öldürme ve hırsızlık ve zinadan başka bir şey yok. Zorbalık ediyorlar ve kan üstüne kan döküyorlar. Bundan ötürü memleket yas tutacak (...) Onda oturan herkes zebun düşecek” Hoşea Bab 4
“Allah’ın Şeriatını unuttun, ben de senin oğullarını unutacağım. Onların izzetini utanca döndüreceğim. (...) Yiyecekler doymayacaklar, zina edecekler ve çoğalmayacaklar. Çünkü Rabbi dinlemeyi bıraktılar!” Hoşea Bab 4
İsrail kirlendi (...) Çünkü sahtekârlık ediyorlar. Ve evlere hırsız giriyor, dışarıda ise haydut çeteleri soyuyor” Hoşea Bab 6-7
“Çünki İsrail kendini yaratanı unuttu ve saraylar yaptı ve Yahuda duvarlı şehirlerini çoğalttı. Fakat onun şehirleri üzerine ateşi göndereceğim. Ve onun saraylarını yiyip bitirecek (...) kötülük ektiniz, fesat biçtiniz”
Komşusunun sınırının yerini değiştiren lanetli olsun. Bütün kavim amin diyecek (...) Garibin, öksüzün ve dul kadının hakkını yiyen lanetli olsun ve bütün kavim amin diyecek (...) Gizlice komşusunu vuran lanetli olsun, bütün kavim amin diyecek. Suçsuz adamı öldürmek için rüşvet alan lanetli olsun. Bütün kavim amin diyecek. Bu şeriatın sözlerini yapmak için onları tasdik etmeyen lanetli olsun ve bütün kavim amin diyecek” Tesniye bab 28
“Rabb seni düşmanlarının önünde kırdıracak. Onlara karşı bir yoldan çıkacaksın ve onların önünde yedi koldan kaçacaksın. Ve dünyanın bütün ülkelerinde serseri olacaksın. Ve göklerin bütün kuşlarına ve yerin vahşi hayvanlarına leşin yem olacak. (...) Rabb seni çılgınlıkla ve körlükle ve yürek şaşkınlığı ile vuracak. (...) Yollarında muvaffak olamayacaksın. Ve ancak daima sıkıştırılmış ve soyulmuş olacaksın. Ve seni kurtaran olmayacak. Bir kadınla nişanlanacaksın, onunla bir başka adam yatacak. Ev yapacaksın ve onda oturmayacaksın. Bağ dikeceksin ve fakat faydasını görmeyeceksin. (...) Aranızda olan garip sana üstün oldukça üstün olacak. Ve sen aşağı indikçe aşağı ineceksin. O baş olacak, sen ona kuyruk olacaksın. Ve bütün bu lanetler senin üzerine gelecek. Ve sen helâk oluncaya kadar seni kovalayıp sana yetişecekler. Çünkü sana emretti, emirlerini tutmak için Allah’ın Rabbin sözünü dinlemedin.”
“...Yahuda hâlâ Allah’a ve sadık olan Kuddus'a karşı dizginsizdir” Hoşea Bab 11
“İsrail kralı tan vaktinde mutlaka helâk olacak!” Hoşea Bab 10
Onların okudukları kutsal kitap, onları böyle uyarıyor. İsrailoğulları yanlış yapıyorlar. Küçük ve geçici bir çıkar karşılığında ebedi hayatlarını feda ediyorlar. Bugünün küçük çıkarları uğruna gelecek nesillerin güvenliğini tehlikeye sokuyorlar. Çocuklarına korku, umutsuzluk, utanç ve acıyı miras bırakıyorlar.
Onlar bu kitabı hiç mi okumuyorlar?
İsrailoğulları, üstün olduklarına inanıyorlar, ama onları üstün kılan vahye sırtlarını dönüyorlar ve belki de bugünkü halleri ile, kendi şeriatlarındaki bu tehditlerden hiç de haberdar değiller. Öte yandan üstünlükleri, Allah'ın onlara ikramları ile ilgilidir ve ve zaten bu ikramlar karşısında şükretmeyip puta taptıkları için de yükseltildikleri yerden lanetlenerek bu kez de aşağılanmadılar mı?
Üstünlük hâlâ takva sahipleri içindir..
İsrail gençliği büyük ölçüde din dışı bir hayat yaşıyor. Gayları, Lezbiyenleri, ateistleri ile İsrail artık çok farklı ve kendi özüne yabancı bir çizgi tutturmuş gidiyor. Fahişelerin peşinde koşuyorlar ve putlara tapıyorlar! Bir kan deryasında yüzüyorlar.. Onları bir arada tutan tek şey belki de ortak ve derin korkularıdır. Çünkü başka ortak şeyleri kalmadı. Ve yürekleri paramparça..
Ey Musa, kavminin hali işte böyle. Gazze halkı olanlara şahiddir..
Gazzeli çocuklar şimdi senin yanındadır.. İsrail askerleri ise Firavun'un yanında olmalı..
Yakub aleyhisselam belki bugün Yusuf'un ardından ağladığı gibi Gazzeli çocukların annelerinin gözyaşlarına bakıp gözyaşı döküyordur..
Sana ve gerçekten senin şeriatına uyanlara (Samiri'ye ve onunla işbirliği yapanlara, onların peşinden koşanlara değil) selam olsun.
Sen İslâm'ı getirdin bize. Ve biz de İbrahim aleyhisselamın getirdiği dine, Allah’ın dinine girdik.
Allahım, bizi doğru yola ilet. Nimet verdiklerinin yoluna, gazaba uğrayanların değil. Bize hakkı hak, batılı batıl göster ve hakda toplanmayı nasib et. Senden başka hiç kimse bizim ilahımız ve Rabbimiz değildir. Yalnız senden yardım diler ve yalnız sana sığınırız. Kadere, rızka ve ecele hükmeden sensin.
Selâm ve dua ile.
Formun Üstü
Formun Altı ‘’OK İŞARETİ HABERVAKTİME TIKLA’’(CTRL+TIK)
Gazze'de bir Osmanlı askerinin not defteri
“Ne bir dua ne Fatiha isterim sizlerden. İntikam… Ah intikam!..
Geçmeyiniz bizlerden..”
Tam doksan iki yıl önce, bugünlerde İsrail ordusunun kıyımlarını izlediğimiz Gazze'de, dönemin ABD'si olan İngilizlerle savaşan Osmanlı askerleri içinde, kendi deyimiyle “Anadolu'dan kopup gelen” Mehmed Hüseyin Çavuş'un not defterinden çıkan anıların arasında bulunan şiirlerden birinin son dörtlüğü bu.
“Neler neler diyorum yare, açıldı efganım…
Neler neler diyorum, hepsi… hepsi yalan…”
Bu da, Hüseyin Çavuş'un nefis cümlelerle yazılmış bir aşk hikayesinin son cümleleri. Gazze'de köy köy yaşanan şiddetli çatışmalar, yokluklar, acılar, kahramanlıklar, ölümler sırasında yazıldı. Kudüs yolunu İngilizlere kapatmak için Suveyş Kanal Muharebeleri, birinci, ikinci, üçüncü Gazze muharebeleri sırasında, Birşiba Muharebesi sırasında yazıldı bu cümleler.
“Akşam saat altıya çeyrek kala, bir İngiliz tayyaresinden atılan bomba, Ahmed Çavuş komutasındaki topa isabet etti. Yekdiğerini takiben Kozanoğlu Mehmed, Bandırmalı Ömer, Ödemişli Kazım, Lüleburgazlı Halil şehid oldu. Marangoz Abdullah, Kilisli Musafa ağır yaralandı. Sıhhiye arabalarıyla Mesvke'deki sıhhiye bölüğüne gönderilmişlerse de birisinin şehid olduğu anlaşıldı. İşte, bugünün sabahı, sekiz aslan neferin elimden gasbedilmesiyle başladı. Şimdi her tarafta bir musalib harb var. Bakalım… İstikbal… Mehmed Hüseyin: 6/5..”
Gazze'yi can havliyle savunan Anadolu evlatlarının şehid olduktan sonra ceplerinden toplanan not defterlerinde neler yok ki..
“Senden ayrıldım. Bak harab oldum.. Beni hep an!.. Unutma…” (Piyade Topçu Mehmed Hüseyin)
İşti o not defterlerinin sayfalarına, fotokopilerine bakıyorum sabahtan beri. Bir yandan da haber kaynaklarından İsrail'in Gazze'deki kıyımıyla ilgili gelişmeleri, dünyanın sahte ateşkes çabalarını izliyorum. Alelacele yazılmış, bazı cümlelerin üzeri çizilmiş sayfalar. Kiminin üzerinde bağrı yanık bir Anadolu çocuğunun efkarı, kiminin üzerinde öfke ve intikam çığlıkları.. Hepsi ama hepsi, bu toprakları ölümüne savunmuş. Yer yer zaferler kazanmış, ağır kayıplar verdirmiş. 30 bin civarındaki Osmanlı askeri, 85 binin üzerinde İngiliz askerine karşı, bütün imkansızlıklar içinde, o toprakları, köyleri, tepeleri savunmuş. Doksan yıl önce… Bu savaşta İngiliz askerleri tarafından ele geçirilen, Osmanlı askerlerinin kullandığı haritaya bakıyorum…
Yollar, tepeler, vadiler, köyler.. Çatışmaların yaşandığı her yer.. Gazze, Golan tepeleri… Zeytinlikler.. Hangisinde kaç Anadolu çocuğu gömülü şu an? Doksan yıl sonra bugün İsrail aynı yerleri bombalıyor.. Kudüs teslim olana kadar, o toprakların her metresinde verilen o dehşet mücadeleyi bugün kaçımız hatırlıyor? Kaçımız, İsrail'in bugün yapıp ettikleriyle İngiltere'nin yapıp ettiklerini kıyaslıyor? Kaçımız yüreğimizin bir tarafını hâlâ oralarda hissediyor? Daha o şehitlerin not defterlerini bile okuyamıyoruz!
Aynı savaşta İngiliz Cavuş Whatley'in anıları derlenip toparlanmış:
15 Eylül 1917: Bombay'dan Keşmir adlı gemiyle Suveyş Kanalı'na gelişlerini, oradan Kantara'ya geçişlerini anlatıyor. 6 Kasım'da Gazze'ye saldırı hazırlıklarından, Türk keskin nişancılardan, Gazze'yi nasıl bombaladıklarından söz ediyor. Sonraki günlerde; bölgedeki Musevilerin desteğinden, köylerdeki şiddetli çatışmalardan, tarafların verdiği kayıplardan, birkaç saat planlanıp birkaç gün süren çatışmalardan, bir kaç saatlik ateşkeslerden, Türk taarruzlarından, sadece bir köye üç bin top atışından, en şiddetli direnişin yaşandığı Tire köyünden söz ediyor…
İsrail Gazze'de çocuklara kıyım yaparken, uranyumlu bombalarla kenti harabeye çevirirken bunlara bakıyordum. Daha önce de bakmıştım. Hatta yazmıştım da. Ama, bugünlerde özellikle tekrar tekrar baktım. Kudüs düşene kadar…
Çünkü bugün o gündü. O zaman İngiliz vardı şimdi İsrail'le birlikte ABD var. Topraklar aynı. Köyler aynı. Kentler aynı. Savunanlar aynı, saldırganlar aynı.
Bir asır geçti... Bugün Gazze'yi savunanlar, İsrail saldırılarına şiddetli tepki verenler, o gün o topraklarda hayatını kaybedenlerin torunları değil mi? Ceplerinde Anadolu ağıtları yazan gençlerin, Kudüs'ü, Medine'yi, Mekke'yi koruyanların torunları değil mi? Öyleyse Gazze'de olanlara en sert tepkiyi gösterme hakkına sahip olanlar onlar değil mi?
Bugün sesi en yüksek çıkması gerekenler biz değil miyiz!..
Ne yazmıştı Hüseyin Çavuş… “Ne bir dua, ne fatiha isterim sizden. İntikam… Ah! İntikam!..”
22 November 2000 yılında yayınlanan bir yazımı, bugün biraz ekleme ve çıkartmalarla tekrar yayınlıyorum. Çünkü İsrail cephesinde yeni bir durum yok..
Bu arada önce Kur’an'dan bir mesaj (Gazze'yi aklınızda tutarak okuyun şimdi): Nisa 75 “Size ne oluyor da, ‘Ey Rabbimiz, bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost / veli ve bize katından bir yardımcı gönder’ diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaş mıyorsunuz?”
Ey Musa (selam sana ve kardeşin Harun’a) kavmini, senin Allah'a şikâyet ettiğin gibi sana şikâyet ediyorum..
Onlar Kur’an'a iman etmediler. Bari “iman ettik” dediklerine uysalardı, ama “kan dökmeyeceksin” dendiği halde kan döküyorlar.
(İşaya Bab 1) “Ah ey suçlu millet! Haksızlığı yüklenmiş olan kavim, kötülük işleyenlerin zürriyeti, baştan çıkmış çocuklar! Rabbi bıraktılar da İsrail'in Kuddus'unu hor gördüler. Yabancılaştılar ve gerilediler. Niçin sapıklığı artırarak yine vurulmak istiyorsunuz? Rabbinizin şeriatına kulak verin. Temizlenin. Kötülük etmekten vazgeçin. İyilik etmeyi öğrenin, adaleti arayın. Ezilmiş olana doğruluk edin, öksüzün hakkını koruyun. Dul kadının davasına bakın.. Fakat asi olursanız sizi kılıç yiyip bitirir.. Sadık şehir nasıl fahişe oldu. O şehir ki; hakla dolu idi. Şimdi ise adam öldürenlerle dolu. Gümüşün curuf oldu. Reislerin asi, ortakları hırsız! Her biri rüşvet yiyor.. Öksüzün hakkını vermiyorlar. Ve dul kadının davasına sahip çıkmıyorlar..”
İman ettik dedikleri kitapta “Levililer 27-33”de böyle denmedi mi? Hani Cumartesi yasağına uyacağız diye söz vermişlerdi..
“Ve eğer bununla da beni dinlemezseniz ve bana karşı yürürseniz, o zaman ben size karşı öfke ile yürüyeceğim. Ben de suçlarınız için sizi yedi kat tedip edeceğim. (...) Ve yüksek yerlerinizi yıkacağım. Ve güneş putlarınızı devireceğim. Ve leşlerinizi putlarınızın leşleri üzerine koyacağım. Ve canım sizden nefret edecek. Ve şehirlerinizi çöl edeceğim. Ve makdislerinizi ıssız bırakacağım. (...)Ve ben diyarı ıssız bırakacağım. Ve onda oturan düşmanlarınız bundan dolayı şaşacaklar. Ve sizi milletler arasında dağıtacağım. Ve ardınızdan kılıç çekeceğim. Ve diyarınız ıssız olacak. Ve şehirleriniz çöl olacaklar.”
“Çünkü memlekette hakikat ve iyilik ve Allah bilgisi yok. Lanet ve yalan ve adam öldürme ve hırsızlık ve zinadan başka bir şey yok. Zorbalık ediyorlar ve kan üstüne kan döküyorlar. Bundan ötürü memleket yas tutacak (...) Onda oturan herkes zebun düşecek” Hoşea Bab 4
“Allah’ın Şeriatını unuttun, ben de senin oğullarını unutacağım. Onların izzetini utanca döndüreceğim. (...) Yiyecekler doymayacaklar, zina edecekler ve çoğalmayacaklar. Çünkü Rabbi dinlemeyi bıraktılar!” Hoşea Bab 4
İsrail kirlendi (...) Çünkü sahtekârlık ediyorlar. Ve evlere hırsız giriyor, dışarıda ise haydut çeteleri soyuyor” Hoşea Bab 6-7
“Çünki İsrail kendini yaratanı unuttu ve saraylar yaptı ve Yahuda duvarlı şehirlerini çoğalttı. Fakat onun şehirleri üzerine ateşi göndereceğim. Ve onun saraylarını yiyip bitirecek (...) kötülük ektiniz, fesat biçtiniz”
Komşusunun sınırının yerini değiştiren lanetli olsun. Bütün kavim amin diyecek (...) Garibin, öksüzün ve dul kadının hakkını yiyen lanetli olsun ve bütün kavim amin diyecek (...) Gizlice komşusunu vuran lanetli olsun, bütün kavim amin diyecek. Suçsuz adamı öldürmek için rüşvet alan lanetli olsun. Bütün kavim amin diyecek. Bu şeriatın sözlerini yapmak için onları tasdik etmeyen lanetli olsun ve bütün kavim amin diyecek” Tesniye bab 28
“Rabb seni düşmanlarının önünde kırdıracak. Onlara karşı bir yoldan çıkacaksın ve onların önünde yedi koldan kaçacaksın. Ve dünyanın bütün ülkelerinde serseri olacaksın. Ve göklerin bütün kuşlarına ve yerin vahşi hayvanlarına leşin yem olacak. (...) Rabb seni çılgınlıkla ve körlükle ve yürek şaşkınlığı ile vuracak. (...) Yollarında muvaffak olamayacaksın. Ve ancak daima sıkıştırılmış ve soyulmuş olacaksın. Ve seni kurtaran olmayacak. Bir kadınla nişanlanacaksın, onunla bir başka adam yatacak. Ev yapacaksın ve onda oturmayacaksın. Bağ dikeceksin ve fakat faydasını görmeyeceksin. (...) Aranızda olan garip sana üstün oldukça üstün olacak. Ve sen aşağı indikçe aşağı ineceksin. O baş olacak, sen ona kuyruk olacaksın. Ve bütün bu lanetler senin üzerine gelecek. Ve sen helâk oluncaya kadar seni kovalayıp sana yetişecekler. Çünkü sana emretti, emirlerini tutmak için Allah’ın Rabbin sözünü dinlemedin.”
“...Yahuda hâlâ Allah’a ve sadık olan Kuddus'a karşı dizginsizdir” Hoşea Bab 11
“İsrail kralı tan vaktinde mutlaka helâk olacak!” Hoşea Bab 10
Onların okudukları kutsal kitap, onları böyle uyarıyor. İsrailoğulları yanlış yapıyorlar. Küçük ve geçici bir çıkar karşılığında ebedi hayatlarını feda ediyorlar. Bugünün küçük çıkarları uğruna gelecek nesillerin güvenliğini tehlikeye sokuyorlar. Çocuklarına korku, umutsuzluk, utanç ve acıyı miras bırakıyorlar.
Onlar bu kitabı hiç mi okumuyorlar?
İsrailoğulları, üstün olduklarına inanıyorlar, ama onları üstün kılan vahye sırtlarını dönüyorlar ve belki de bugünkü halleri ile, kendi şeriatlarındaki bu tehditlerden hiç de haberdar değiller. Öte yandan üstünlükleri, Allah'ın onlara ikramları ile ilgilidir ve ve zaten bu ikramlar karşısında şükretmeyip puta taptıkları için de yükseltildikleri yerden lanetlenerek bu kez de aşağılanmadılar mı?
Üstünlük hâlâ takva sahipleri içindir..
İsrail gençliği büyük ölçüde din dışı bir hayat yaşıyor. Gayları, Lezbiyenleri, ateistleri ile İsrail artık çok farklı ve kendi özüne yabancı bir çizgi tutturmuş gidiyor. Fahişelerin peşinde koşuyorlar ve putlara tapıyorlar! Bir kan deryasında yüzüyorlar.. Onları bir arada tutan tek şey belki de ortak ve derin korkularıdır. Çünkü başka ortak şeyleri kalmadı. Ve yürekleri paramparça..
Ey Musa, kavminin hali işte böyle. Gazze halkı olanlara şahiddir..
Gazzeli çocuklar şimdi senin yanındadır.. İsrail askerleri ise Firavun'un yanında olmalı..
Yakub aleyhisselam belki bugün Yusuf'un ardından ağladığı gibi Gazzeli çocukların annelerinin gözyaşlarına bakıp gözyaşı döküyordur..
Sana ve gerçekten senin şeriatına uyanlara (Samiri'ye ve onunla işbirliği yapanlara, onların peşinden koşanlara değil) selam olsun.
Sen İslâm'ı getirdin bize. Ve biz de İbrahim aleyhisselamın getirdiği dine, Allah’ın dinine girdik.
Allahım, bizi doğru yola ilet. Nimet verdiklerinin yoluna, gazaba uğrayanların değil. Bize hakkı hak, batılı batıl göster ve hakda toplanmayı nasib et. Senden başka hiç kimse bizim ilahımız ve Rabbimiz değildir. Yalnız senden yardım diler ve yalnız sana sığınırız. Kadere, rızka ve ecele hükmeden sensin.
Selâm ve dua ile.
Formun Üstü
Formun Altı ‘’OK İŞARETİ HABERVAKTİME TIKLA’’(CTRL+TIK)
Gazze'de bir Osmanlı askerinin not defteri
“Ne bir dua ne Fatiha isterim sizlerden. İntikam… Ah intikam!..
Geçmeyiniz bizlerden..”
Tam doksan iki yıl önce, bugünlerde İsrail ordusunun kıyımlarını izlediğimiz Gazze'de, dönemin ABD'si olan İngilizlerle savaşan Osmanlı askerleri içinde, kendi deyimiyle “Anadolu'dan kopup gelen” Mehmed Hüseyin Çavuş'un not defterinden çıkan anıların arasında bulunan şiirlerden birinin son dörtlüğü bu.
“Neler neler diyorum yare, açıldı efganım…
Neler neler diyorum, hepsi… hepsi yalan…”
Bu da, Hüseyin Çavuş'un nefis cümlelerle yazılmış bir aşk hikayesinin son cümleleri. Gazze'de köy köy yaşanan şiddetli çatışmalar, yokluklar, acılar, kahramanlıklar, ölümler sırasında yazıldı. Kudüs yolunu İngilizlere kapatmak için Suveyş Kanal Muharebeleri, birinci, ikinci, üçüncü Gazze muharebeleri sırasında, Birşiba Muharebesi sırasında yazıldı bu cümleler.
“Akşam saat altıya çeyrek kala, bir İngiliz tayyaresinden atılan bomba, Ahmed Çavuş komutasındaki topa isabet etti. Yekdiğerini takiben Kozanoğlu Mehmed, Bandırmalı Ömer, Ödemişli Kazım, Lüleburgazlı Halil şehid oldu. Marangoz Abdullah, Kilisli Musafa ağır yaralandı. Sıhhiye arabalarıyla Mesvke'deki sıhhiye bölüğüne gönderilmişlerse de birisinin şehid olduğu anlaşıldı. İşte, bugünün sabahı, sekiz aslan neferin elimden gasbedilmesiyle başladı. Şimdi her tarafta bir musalib harb var. Bakalım… İstikbal… Mehmed Hüseyin: 6/5..”
Gazze'yi can havliyle savunan Anadolu evlatlarının şehid olduktan sonra ceplerinden toplanan not defterlerinde neler yok ki..
“Senden ayrıldım. Bak harab oldum.. Beni hep an!.. Unutma…” (Piyade Topçu Mehmed Hüseyin)
İşti o not defterlerinin sayfalarına, fotokopilerine bakıyorum sabahtan beri. Bir yandan da haber kaynaklarından İsrail'in Gazze'deki kıyımıyla ilgili gelişmeleri, dünyanın sahte ateşkes çabalarını izliyorum. Alelacele yazılmış, bazı cümlelerin üzeri çizilmiş sayfalar. Kiminin üzerinde bağrı yanık bir Anadolu çocuğunun efkarı, kiminin üzerinde öfke ve intikam çığlıkları.. Hepsi ama hepsi, bu toprakları ölümüne savunmuş. Yer yer zaferler kazanmış, ağır kayıplar verdirmiş. 30 bin civarındaki Osmanlı askeri, 85 binin üzerinde İngiliz askerine karşı, bütün imkansızlıklar içinde, o toprakları, köyleri, tepeleri savunmuş. Doksan yıl önce… Bu savaşta İngiliz askerleri tarafından ele geçirilen, Osmanlı askerlerinin kullandığı haritaya bakıyorum…
Yollar, tepeler, vadiler, köyler.. Çatışmaların yaşandığı her yer.. Gazze, Golan tepeleri… Zeytinlikler.. Hangisinde kaç Anadolu çocuğu gömülü şu an? Doksan yıl sonra bugün İsrail aynı yerleri bombalıyor.. Kudüs teslim olana kadar, o toprakların her metresinde verilen o dehşet mücadeleyi bugün kaçımız hatırlıyor? Kaçımız, İsrail'in bugün yapıp ettikleriyle İngiltere'nin yapıp ettiklerini kıyaslıyor? Kaçımız yüreğimizin bir tarafını hâlâ oralarda hissediyor? Daha o şehitlerin not defterlerini bile okuyamıyoruz!
Aynı savaşta İngiliz Cavuş Whatley'in anıları derlenip toparlanmış:
15 Eylül 1917: Bombay'dan Keşmir adlı gemiyle Suveyş Kanalı'na gelişlerini, oradan Kantara'ya geçişlerini anlatıyor. 6 Kasım'da Gazze'ye saldırı hazırlıklarından, Türk keskin nişancılardan, Gazze'yi nasıl bombaladıklarından söz ediyor. Sonraki günlerde; bölgedeki Musevilerin desteğinden, köylerdeki şiddetli çatışmalardan, tarafların verdiği kayıplardan, birkaç saat planlanıp birkaç gün süren çatışmalardan, bir kaç saatlik ateşkeslerden, Türk taarruzlarından, sadece bir köye üç bin top atışından, en şiddetli direnişin yaşandığı Tire köyünden söz ediyor…
İsrail Gazze'de çocuklara kıyım yaparken, uranyumlu bombalarla kenti harabeye çevirirken bunlara bakıyordum. Daha önce de bakmıştım. Hatta yazmıştım da. Ama, bugünlerde özellikle tekrar tekrar baktım. Kudüs düşene kadar…
Çünkü bugün o gündü. O zaman İngiliz vardı şimdi İsrail'le birlikte ABD var. Topraklar aynı. Köyler aynı. Kentler aynı. Savunanlar aynı, saldırganlar aynı.
Bir asır geçti... Bugün Gazze'yi savunanlar, İsrail saldırılarına şiddetli tepki verenler, o gün o topraklarda hayatını kaybedenlerin torunları değil mi? Ceplerinde Anadolu ağıtları yazan gençlerin, Kudüs'ü, Medine'yi, Mekke'yi koruyanların torunları değil mi? Öyleyse Gazze'de olanlara en sert tepkiyi gösterme hakkına sahip olanlar onlar değil mi?
Bugün sesi en yüksek çıkması gerekenler biz değil miyiz!..
Ne yazmıştı Hüseyin Çavuş… “Ne bir dua, ne fatiha isterim sizden. İntikam… Ah! İntikam!..”
ßéLki SanDığın Kadar
ßéLki SanDığın Kadar UkaLa,
ßélkide Tahmin edemiyeceğin KadaR
MüTévaziyim..
ßiRaz SakLıyım,
ßazén YasakLıyım..
Kimséyi öRnék Almam..
Kimséyé Örnék Olmam..
aRkama ßakmam..
' Asla ' Démém ..
' Kéşké'Léri Sévmém !!
éLéştiRi DinLéRim
Nasihat Dinlémém !!
Kimsé ßana MasaL AnLaTmasın...
Çøcukkéndé Sévmézdim ZaTén..
Kaydetmede bir sorun vardı. Lütfen yeniden deneyin.
ßélkide Tahmin edemiyeceğin KadaR
MüTévaziyim..
ßiRaz SakLıyım,
ßazén YasakLıyım..
Kimséyi öRnék Almam..
Kimséyé Örnék Olmam..
aRkama ßakmam..
' Asla ' Démém ..
' Kéşké'Léri Sévmém !!
éLéştiRi DinLéRim
Nasihat Dinlémém !!
Kimsé ßana MasaL AnLaTmasın...
Çøcukkéndé Sévmézdim ZaTén..
Kaydetmede bir sorun vardı. Lütfen yeniden deneyin.
BAZI GIDA ve KOZMETİK ÜRÜNLERİNDE BULUNABİLEN KATKI MADDELERİ
1 BEBEK MAMASI E332, E333, E508, whey*(peynir altı suyu),sukroz,laktoz,kalsiyum pantotenat,taurin, inositol*, vitaminler*
2 BAZI GIDA ve KOZMETİK ÜRÜNLERİNDE BULUNABİLEN KATKI MADDELERİ E450a, E500, E471*, E481*, E482*, margarin*
3 CİPSLER E471*, E475*, E481*, E482*
4 ÇİKLET E101*, E102*, E120**, E141*, E296, E320*, E322*, E330, E420, E421, E422*, E464, E950, E951*, E965, fenilalinin, glukonatlar
5 ÇİKOLATA ŞEKERLEME E322*, E432*, E433*, E471*, E472*, E476*, E491*, E492*, E493*, E494*, E495*, E434*, E435*, E436*
6 DİŞ MACUNU Sodyum bikarbonat, gliserin*, Hidratlanmış slikat, sorbitol, tetrasodyum pirofosfat, PEG-6, PEG-32, Sodyum laurilsülfat, Aroma*, selüloz gum, Sodyum florid, Sodyum sakkarin, cl77891, Cl58000, Titanyum dioksit, kalsiyom glukonat, formaldehit, tri sodyum fosfat, dikalsiyum fosfat dihidrat, mono floro fosfat
7 DONDURMA E441**, E471*, E481*
8 EKMEK E170*, E282, E300, E432*, E433*, E434*, E435*, E436*, E471*, E472*e, enzim karışımı*,
9 GAZOZ E202, E211*, E290, E300, E330
10 HAMUR KABARTMA TOZU E450a, E500
11 HAZIR ÇORBA E100*, E150, E330, E412, E621*, malto dekstrin, peynir altı suyu*
12 HAZIR KEK E450a, E500, E471*, E481*, E482*, margarin*
13 JÖLE E100*, E162*, E297, E331, E441**
14 KAHVE KREMASI E341*,E469, E471*, E472*
15 KETÇAP E202, E211*, E300, E412
16 KOLA E150, E338, kafein
17 KREM ŞANTİ E160*, E339*, E340, E407*, E433*, E435*, E471*, E472*, E475*, E932
18 LOKUM E102*, E110*, E124*, E132*
19 MARGARİN E160a*, E202, E270*, E322*, E330, E432*, E433*, E434*, E435*, E436*, E472b*, E472c*, E475, E476, E477, vitaminler*
20 MAYONEZ E432*, E433*, E434*, E435*, E436*, E472c*, E472*e
21 MISIR GEVREĞİ E101*, E170*, E321*, E339, E341*, E375, folakin (folik asit), pantotenik asit, tiamin
22 NEKTAR (MEYVE SUYU) E300, E330
23 PASTA E432*, E433*, E434*, E435*, E436*, E441*,E450*, E471*, E472*, E475*, E477*, margarin*, E500
24 PUDİNG E102*, E110*, E160a*, E407*
25 TON BALIĞI E410, E412, E415
26 TOZ MEYVE İÇECEKLERİ E101*, E102*, E110*, E129*, E171, E330, E331, E341*, E375, E414, E415, E440, E466, E500, E551, E950, E951*, E954, maltodekstrin, folakin (folik asit)
27 TUZ E514, E554, potasyum iyodid
28 YOĞURT E441**
İşaretsiz " siyah " E numaraları helal kabul edilen katkıları gösterir.
" kırmızı " E numaraları sağlık için tehlikeli katkıları gösterir.
" ** " işaretleri kesin hayvan (çoğunlukla domuz) kökenli katkıları gösterir.(haram)
" * " Bitkisel veya hayvansal kökenli olabilir. Alkolle muamele edilmiş veya edilmemiş olabilir.Bu sebeple (şüpheli) kabul edilen katkıları gösterir.
Kaynak: animal-ingredients.hypermart.net www.foodag.com ve www.muslimconsumergroup.com HACSG (Hiperaktif çocukları destekleme grubu),www.ifanca.org, www.ehalalfood.com, www.eathalal.com, www.whatisinit.com, www.halalpak.com internet sayfalarından faydalanılmıştır.
2 BAZI GIDA ve KOZMETİK ÜRÜNLERİNDE BULUNABİLEN KATKI MADDELERİ E450a, E500, E471*, E481*, E482*, margarin*
3 CİPSLER E471*, E475*, E481*, E482*
4 ÇİKLET E101*, E102*, E120**, E141*, E296, E320*, E322*, E330, E420, E421, E422*, E464, E950, E951*, E965, fenilalinin, glukonatlar
5 ÇİKOLATA ŞEKERLEME E322*, E432*, E433*, E471*, E472*, E476*, E491*, E492*, E493*, E494*, E495*, E434*, E435*, E436*
6 DİŞ MACUNU Sodyum bikarbonat, gliserin*, Hidratlanmış slikat, sorbitol, tetrasodyum pirofosfat, PEG-6, PEG-32, Sodyum laurilsülfat, Aroma*, selüloz gum, Sodyum florid, Sodyum sakkarin, cl77891, Cl58000, Titanyum dioksit, kalsiyom glukonat, formaldehit, tri sodyum fosfat, dikalsiyum fosfat dihidrat, mono floro fosfat
7 DONDURMA E441**, E471*, E481*
8 EKMEK E170*, E282, E300, E432*, E433*, E434*, E435*, E436*, E471*, E472*e, enzim karışımı*,
9 GAZOZ E202, E211*, E290, E300, E330
10 HAMUR KABARTMA TOZU E450a, E500
11 HAZIR ÇORBA E100*, E150, E330, E412, E621*, malto dekstrin, peynir altı suyu*
12 HAZIR KEK E450a, E500, E471*, E481*, E482*, margarin*
13 JÖLE E100*, E162*, E297, E331, E441**
14 KAHVE KREMASI E341*,E469, E471*, E472*
15 KETÇAP E202, E211*, E300, E412
16 KOLA E150, E338, kafein
17 KREM ŞANTİ E160*, E339*, E340, E407*, E433*, E435*, E471*, E472*, E475*, E932
18 LOKUM E102*, E110*, E124*, E132*
19 MARGARİN E160a*, E202, E270*, E322*, E330, E432*, E433*, E434*, E435*, E436*, E472b*, E472c*, E475, E476, E477, vitaminler*
20 MAYONEZ E432*, E433*, E434*, E435*, E436*, E472c*, E472*e
21 MISIR GEVREĞİ E101*, E170*, E321*, E339, E341*, E375, folakin (folik asit), pantotenik asit, tiamin
22 NEKTAR (MEYVE SUYU) E300, E330
23 PASTA E432*, E433*, E434*, E435*, E436*, E441*,E450*, E471*, E472*, E475*, E477*, margarin*, E500
24 PUDİNG E102*, E110*, E160a*, E407*
25 TON BALIĞI E410, E412, E415
26 TOZ MEYVE İÇECEKLERİ E101*, E102*, E110*, E129*, E171, E330, E331, E341*, E375, E414, E415, E440, E466, E500, E551, E950, E951*, E954, maltodekstrin, folakin (folik asit)
27 TUZ E514, E554, potasyum iyodid
28 YOĞURT E441**
İşaretsiz " siyah " E numaraları helal kabul edilen katkıları gösterir.
" kırmızı " E numaraları sağlık için tehlikeli katkıları gösterir.
" ** " işaretleri kesin hayvan (çoğunlukla domuz) kökenli katkıları gösterir.(haram)
" * " Bitkisel veya hayvansal kökenli olabilir. Alkolle muamele edilmiş veya edilmemiş olabilir.Bu sebeple (şüpheli) kabul edilen katkıları gösterir.
Kaynak: animal-ingredients.hypermart.net www.foodag.com ve www.muslimconsumergroup.com HACSG (Hiperaktif çocukları destekleme grubu),www.ifanca.org, www.ehalalfood.com, www.eathalal.com, www.whatisinit.com, www.halalpak.com internet sayfalarından faydalanılmıştır.
Ahmet KEKEÇ
Ahmet KEKEÇ Star
Daha çoook utanacaksın! 24 Nisan 2009 11:57
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Diyor ki, ‘1988 yılında gazetecilik hayatımın en utanç verici olaylarından birini yaşadım...’
Utanç verici olayın kahramanı, Ertuğrul Özkök.
Hazret, o sırada Ankara temsilcisiymiş. Esenboğa Havaalanı’nda üç İranlı öğrenci yakalanmış. Bizimki de haberi ‘İranlı teröristler yakalandı’ süsü vererek İstanbul’a geçmiş.
O sırada genel yayın yönetmeni olan Çetin Emeç haberi hemen manşete çekmiş. Tabii, Denktaş fotoğrafı ve üzerine yuvarlak ‘hedef deseni’ yerleştirmeyi de ihmal etmemiş.
Hürriyet gazetesi, ertesi sabah işte bu müthiş ‘özel haber’le çıkmış.
Diyor ki Özkök, ‘Çocuklar üç aya yakın içerde yattılar. Bu olayı hayatım boyunca unutamadım.’
Durup dururken bu utanç verici olayı hatırlamasına sebep ne?
Ne olacak?
İstek Vakfı arazisinde ele geçirilen silah ve bombalar.
Bu silahların Ergenekon soruşturması nedeniyle aranan Bedrettin Dalan’la ilişkilendirilmesi, (önceki gün bazı gazeteler ‘Dalan cephaneliği’ başlığıyla çıktı) Özkök’ün canını fena sıkmış.
Diyor ki, ‘Ben elbette Dalan’a kefil falan değilim, ama elimizdeki bilgiler net değil. Polisten sızdırılan haberlerle ne gazetecilik faciaları yaşandığını Ergenekon davası sürecinde epey gördük. Bazı gazetelerin bu kadar kesin manşetleri atmalarına izin veren şey nedir? Kesin bilgi mi? Yoksa kesin inanç mı?’
Dalan meselesine daha sonra döneriz.
Ben de bu ‘nadim’ arkadaşa sormak istiyorum:
Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker’in ağzından, ‘Yargıçlar dinlemeye itibar etmesin’ şeklinde bir haber yaptınız ve mevzuyu (hiç ilgisi yokken) Ergenekon soruşturmasına bağladınız.
Oysa Gerçeker’in böyle bir açıklaması yoktu...
Neye dayanarak bunu birinci sayfaya taşıdınız?
Kesin bilgi mi, kesin inanç mı?
Milli voleybolcu Aysun Özbek’in tesettüre girdiğini iddia ettiniz. Federasyon başkanı Erol Ünal Karabıyık’a da yalan haberinizi yorumlattınız.
Sizi bu amaçsız yalana iten nedir?
Kesin bilgi mi, kesin inanç mı?
Manşetten verdiğiniz ‘andıç’ haberinden sonra iki gazeteci ekmeğinden oldu, bir insan hakları savunucusu kurşunlandı. Başyazarınız da, ‘Alçakları tanıyalım’ başlıklı bir yazı yazdı.
Bir ‘karargah çıktısı’ olduğu besbelli bu ‘belge’ye niçin itibar ettiniz?
Kesin bilgi mi, kesin inanç mı?
Birinci sayfadan bir fotoğraf yayınladınız... ‘Mahalle baskısının fotoğrafı’ olduğunu iddia ettiniz. Altına da, ‘Bu hipermarketin içki reyonu, mahalleden gelen baskılar nedeniyle kağıt örtülerle kapatıldı’ diye yazdınız.
Bizzat Market müdürü, içki reyonunun mahalle baskısından değil, ticari kaygıdan dolayı ‘başka ürünlerle’ doldurulduğunu açıkladığı halde, ısrarınızı sürdürdünüz?
Size bu ısrara iten psikoloji nedir?
Kesin bilgi mi, kesin inanç mı?
Cumhurbaşkanı Gül’ün Cumhuriyet mitinglerini düzenleyen STK’lara davetiye göndermediği iddia ettiniz, yalan çıktı... ‘Olmaz denilen İmam’ı müdür yaptılar’ diye başlık attınız, yalan çıktı... ‘Testis’ haberi yaptınız, yalan çıktı... Fadime Sarıtaş adlı vatandaşın ‘üvey oğlunun tecavüzüne uğradığını’ yazdınız, yalan çıktı...
Hangi birini sıralayalım?
Hadi bunlar masum ‘asparagascıklar’dır diyelim ve görmezden gelelim..
Peki, ‘Topyekün savaş’, ‘İşi bu defa Silahsız Kuvvetler halletsin’, ‘Paşa Başkanı hizaya soktu’, ‘Vay Şerefsiz’ (Ahmet Kaya için söylenmiştir) manşetlerini nasıl tevil edeceğiz?
Sizi tüm bu saçmalıklara icbar eden nedir?
Kesin bilgi mi, kesin inanç mı?
Ahmet Kekeç - Star
akekec@stargazete.com
Daha çoook utanacaksın! 24 Nisan 2009 11:57
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Diyor ki, ‘1988 yılında gazetecilik hayatımın en utanç verici olaylarından birini yaşadım...’
Utanç verici olayın kahramanı, Ertuğrul Özkök.
Hazret, o sırada Ankara temsilcisiymiş. Esenboğa Havaalanı’nda üç İranlı öğrenci yakalanmış. Bizimki de haberi ‘İranlı teröristler yakalandı’ süsü vererek İstanbul’a geçmiş.
O sırada genel yayın yönetmeni olan Çetin Emeç haberi hemen manşete çekmiş. Tabii, Denktaş fotoğrafı ve üzerine yuvarlak ‘hedef deseni’ yerleştirmeyi de ihmal etmemiş.
Hürriyet gazetesi, ertesi sabah işte bu müthiş ‘özel haber’le çıkmış.
Diyor ki Özkök, ‘Çocuklar üç aya yakın içerde yattılar. Bu olayı hayatım boyunca unutamadım.’
Durup dururken bu utanç verici olayı hatırlamasına sebep ne?
Ne olacak?
İstek Vakfı arazisinde ele geçirilen silah ve bombalar.
Bu silahların Ergenekon soruşturması nedeniyle aranan Bedrettin Dalan’la ilişkilendirilmesi, (önceki gün bazı gazeteler ‘Dalan cephaneliği’ başlığıyla çıktı) Özkök’ün canını fena sıkmış.
Diyor ki, ‘Ben elbette Dalan’a kefil falan değilim, ama elimizdeki bilgiler net değil. Polisten sızdırılan haberlerle ne gazetecilik faciaları yaşandığını Ergenekon davası sürecinde epey gördük. Bazı gazetelerin bu kadar kesin manşetleri atmalarına izin veren şey nedir? Kesin bilgi mi? Yoksa kesin inanç mı?’
Dalan meselesine daha sonra döneriz.
Ben de bu ‘nadim’ arkadaşa sormak istiyorum:
Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker’in ağzından, ‘Yargıçlar dinlemeye itibar etmesin’ şeklinde bir haber yaptınız ve mevzuyu (hiç ilgisi yokken) Ergenekon soruşturmasına bağladınız.
Oysa Gerçeker’in böyle bir açıklaması yoktu...
Neye dayanarak bunu birinci sayfaya taşıdınız?
Kesin bilgi mi, kesin inanç mı?
Milli voleybolcu Aysun Özbek’in tesettüre girdiğini iddia ettiniz. Federasyon başkanı Erol Ünal Karabıyık’a da yalan haberinizi yorumlattınız.
Sizi bu amaçsız yalana iten nedir?
Kesin bilgi mi, kesin inanç mı?
Manşetten verdiğiniz ‘andıç’ haberinden sonra iki gazeteci ekmeğinden oldu, bir insan hakları savunucusu kurşunlandı. Başyazarınız da, ‘Alçakları tanıyalım’ başlıklı bir yazı yazdı.
Bir ‘karargah çıktısı’ olduğu besbelli bu ‘belge’ye niçin itibar ettiniz?
Kesin bilgi mi, kesin inanç mı?
Birinci sayfadan bir fotoğraf yayınladınız... ‘Mahalle baskısının fotoğrafı’ olduğunu iddia ettiniz. Altına da, ‘Bu hipermarketin içki reyonu, mahalleden gelen baskılar nedeniyle kağıt örtülerle kapatıldı’ diye yazdınız.
Bizzat Market müdürü, içki reyonunun mahalle baskısından değil, ticari kaygıdan dolayı ‘başka ürünlerle’ doldurulduğunu açıkladığı halde, ısrarınızı sürdürdünüz?
Size bu ısrara iten psikoloji nedir?
Kesin bilgi mi, kesin inanç mı?
Cumhurbaşkanı Gül’ün Cumhuriyet mitinglerini düzenleyen STK’lara davetiye göndermediği iddia ettiniz, yalan çıktı... ‘Olmaz denilen İmam’ı müdür yaptılar’ diye başlık attınız, yalan çıktı... ‘Testis’ haberi yaptınız, yalan çıktı... Fadime Sarıtaş adlı vatandaşın ‘üvey oğlunun tecavüzüne uğradığını’ yazdınız, yalan çıktı...
Hangi birini sıralayalım?
Hadi bunlar masum ‘asparagascıklar’dır diyelim ve görmezden gelelim..
Peki, ‘Topyekün savaş’, ‘İşi bu defa Silahsız Kuvvetler halletsin’, ‘Paşa Başkanı hizaya soktu’, ‘Vay Şerefsiz’ (Ahmet Kaya için söylenmiştir) manşetlerini nasıl tevil edeceğiz?
Sizi tüm bu saçmalıklara icbar eden nedir?
Kesin bilgi mi, kesin inanç mı?
Ahmet Kekeç - Star
akekec@stargazete.com
DUA
-Ey her seyin Gerçek Mâbudu olan ALLAH
2-Ey dünyada dost ve düsman ayirt etmeden bütün mahlukatini riziklandiran Rahman
3-Ey âhirette sadece dostlarina rahmet edecek olan Rahim
4-Ey herseyi hakkiyla bilen Alîm
5-Ey yarattiklarina son derece yumusak muamele eden Halîm
6-Ey sonsuz büyüklük ve yücelik sahibi olan Azîm
7-Ey herseyi yerli yerinde yapan Hakîm
8-Ey varliginin baslangici olmayan Kadîm
9-Ey herseyi ayakta tutan Mukîm
10-Ey iyilik ve ikrami bol olan Kerîm
11-Ey efendilerin efendisi
12-Ey dualara cevap veren
13-Ey iyiliklerin sahibi
14-Ey dereceleri yükselten
15-Ey bereketleri büyük olan
16-Ey hatalari bagislayan
17-Ey belalari def eden
18-Ey sesleri isiten
19-Ey dilekleri veren
20-Ey sir ve gizlilikleri bilen
21-Ey Bagislayanlarin en hayirlisi
22-Ey yardim edenlerin en hayirlisi
23-Ey hükmedenlerin en hayirlisi
24-Ey herseyi hikmetle açanlarin en hayirlisi
25-Ey kendisini zikredenlerin en hayirlisi
26-Ey varislerin en hayirlisi
27-Ey övenlerin en hayirlisi
28-Ey rizk verenlerin en hayirlisi
29-Ey müskil meseleleri hal ve fasl edenlerin en hayirlisi
30-Ey ihsan edenlerin en hayirlisi
Sen bütün kusur ve noksan
sifatlardan münezzehsin, Senden baska Ilah yok ki bize imdat etsin.
Emân ver bize, emân diliyoruz. Bizi Cehennemden kurtar.
MEHMET EMİN DİNÇ
2-Ey dünyada dost ve düsman ayirt etmeden bütün mahlukatini riziklandiran Rahman
3-Ey âhirette sadece dostlarina rahmet edecek olan Rahim
4-Ey herseyi hakkiyla bilen Alîm
5-Ey yarattiklarina son derece yumusak muamele eden Halîm
6-Ey sonsuz büyüklük ve yücelik sahibi olan Azîm
7-Ey herseyi yerli yerinde yapan Hakîm
8-Ey varliginin baslangici olmayan Kadîm
9-Ey herseyi ayakta tutan Mukîm
10-Ey iyilik ve ikrami bol olan Kerîm
11-Ey efendilerin efendisi
12-Ey dualara cevap veren
13-Ey iyiliklerin sahibi
14-Ey dereceleri yükselten
15-Ey bereketleri büyük olan
16-Ey hatalari bagislayan
17-Ey belalari def eden
18-Ey sesleri isiten
19-Ey dilekleri veren
20-Ey sir ve gizlilikleri bilen
21-Ey Bagislayanlarin en hayirlisi
22-Ey yardim edenlerin en hayirlisi
23-Ey hükmedenlerin en hayirlisi
24-Ey herseyi hikmetle açanlarin en hayirlisi
25-Ey kendisini zikredenlerin en hayirlisi
26-Ey varislerin en hayirlisi
27-Ey övenlerin en hayirlisi
28-Ey rizk verenlerin en hayirlisi
29-Ey müskil meseleleri hal ve fasl edenlerin en hayirlisi
30-Ey ihsan edenlerin en hayirlisi
Sen bütün kusur ve noksan
sifatlardan münezzehsin, Senden baska Ilah yok ki bize imdat etsin.
Emân ver bize, emân diliyoruz. Bizi Cehennemden kurtar.
MEHMET EMİN DİNÇ
Beynimiz
Beynimiz, hepsi birbirine bağlı 100 milyar beyin hücresinden (nöron) meydana gelmektedir.
Öğrenmek; bu hücreler arasından elektrik akımıyla yeni yollar oluşturmak ve bunları kalıcı kılmaktır. Ayrıca, beynimizdeki bağlantılar arasından küçük bir aralık bulunur.
Yeni bir şey öğrendiğimiz zaman, elektriksel sinyal bu aralıktan geçmeli ve yoluna devam etmelidir.
İki beyin hücresi arasındaki aralık çok küçüktür. Ama bu her sinyali diğer hücreye aktaracağı anlamına gelmez. Bizim için bu, derin bir vadiden geçmek gibidir. Sinya, bir beyin hücresinden diğerine geçerken büyük bir çaba sarfedilir.
Bu yolda yapılan ilk yolculuk, en zorudur. Bu ilk gidişten sonra, aynı yoldan gidiş; her seferinde daha kolay olur. Yeni bir bilgiyi başlangıçta öğrenmek zordur. Ama sinyal beyin hücreleri arasından ne kadar çok sayıda geçerse öğrenme o kadar güçlü olur.
Daha iyi öğrenmek için de beyinimizdeki hücreler arasındaki geçişi kolay hale getirmek gerekir. Bilim adamları bunu yapmanı bir yolunu buldular. Omega 3 vitaminin yani bildiğimiz balık yağının bunu en iyi sağlayan etkenlerden olduğunu belirlediler.
Öğrenmek için neler yapmalı?
Kaydet
Öğrenme, önce kaydetmekle başlar.
Bu noktada, insanların bilgiyi kaydetme tarzları onların öğrenme stratejilerini belirler. Bu konuyu, daha önceki yazılarımda detaylı bir şekilde işlemiştim ve insanların temel olarak üç öğrenme tarzını kullandıklarını belirtmiştim.
Fotografik hafızaya sahip olanlar, görüntü ve resimleri daha iyi kaydederler ve bu öğrenme tarzına görsel öğrenme denir.
Ses hafızasına sahip olanlar, sözcükleri ve seslere daha iyi kaydederler ve bu öğrenme tarzına işitsel öğrenme denir.
Kas hafızasına sahip olanlar da olayları, deneyimleri ve duyguları daha iyi kaydedeler ve bu öğrenme tarzına dokunsal öğrenme tarzı denir.
En güçlü kayıt, hem görerek, hem işiterek hem de uygulayarak yapılan kayıttır.
Kendi öğrenme tarzınızı belirlemek için www.nlpegitim.com sitemde “Kendimizi Tanıyalım” bölümünde bir test ve açıklama bulunmaktadır. Bu testten ve bilgilerden faydalanabilirsiniz.
Kendinizin ve yakınlarınız öğrenme tarzlarını bilmek; hem daha doğru ve etkili iletişim kurmanızı hem de kendinizi ve çevrenizdeki insanların davranış kalıplarını daha sağlıklı anlamanızı sağlar.
İnsanların çoğu bu sistemlerden ikisini kullanır ancak birini daha baskın olarak kullanmaktadır. Örneğin ben görsel işitsel öğrenme sistemini kullanırım ama görselliğim daha baskındır.
Eşim ise işitsel dokunsal sistemi kullanır; onun da işitselliği daha baskındır.
Sadece birini çok ağırlıklı kullanan ve diğerlerini çok az kullanan insanlar da vardır ya da hepsini en üst düzeyde kullanan özel bir zekaya sahip insanlar da vardır.
İnsanların görselliği, işitselliği ve dokunsallığı ilk iki yaş içerisinde çoğunlulukla tamamlanmış olmaktadır. Bununla birlikte; bu sistemleri geliştirmek de mümkündür.
Hafızada tut
Hafızada tutmanın en etkin yolu nedir sizce?
Bir bilgiyi hafızada tumanın en etkili yolu tekraradır. Tekrar edilmeyen hiçbir bilgi sizin değildir; suya yazılmış yazı gibidir.
Hafıza açısından en etkili tekrar; öğrendikten sonra ilk 30-45 dakika sonra yapılan tekraradır.
Aynı zamanda, yeni öğrendiğiniz bir bilgiyi ilk gün uyuyuncaya kadar tekrar etmezseniz yarısının silindiğini biliyor muydunuz?
Bu nedenle, öğrenci arkadaşlarımın yeni öğrendikleri konuları mutlaka o gün tekrar etmeleri başarılarını çok ciddi oranda artıracaktır. Günlük tekrar yoksa başarıda yoktur. Şampiyonların en önemli sırrı; günlük tekrardır.
Uykunun öğrenmede önemli bir yeri vardır. Uyku, öğrendiğiniz bilgileri entegre eder. Bu nedenle, uykudan önce yapılan küçük tekrarlar inanılmaz derecede kalıcılık sağlar.
Geri çağır
Geri çağırma, aslında beynimize kaydettiğimiz bilgilere erişip, kullanmaktır. Sınavlarda yaptığımız faaliyet de budur.
Sınavlarda öğrencilere beynindeki bilgiye, iki yolla ulaşır.
Birincisi; bilgiyi bilerek.
Bir bilgiyi biliyorsanız soruyu okurken hemen bilgiye ulaşırsınız.
İkincisi; hatırlayarak.
Hatırlamak, bilgiye bir ipi ucu ile ulaşmak demektir. Bilgiye cevap şıklarını okuduğunuzda yada bir çağrıştırıcı ile ulaşırsınız. Öğrenciler, sınavlarda bir “çağrıştırıcı” ile gelen bilgilere güvenebilirler. Çünkü; bu bilgiler bilinçaltından gelen bilgilerdir.
Beynimize kayıtlı bir bilgiye erişmenin en etkili yolu; rahat olmaktır.
Çünkü; gerilim anında hafızamız devredışı kalır ve bizler çok iyi bildiğinim bilgilere bile ulaşamayız. Yoğun stresten dolayı ismini bile hatırlayamayan insanlarla karşılaştım.
Sizlerin de en yakın arkadaşınızın ismini hatırlayamadığınız, ev telefonu hatırlayamadığınız zamanlar olmadı mı?
Birçok öğrenci arkadaşımız bildiği halde sınavda hatırlayamadığı bilgileri sınavdan sonra hatırlamıyor mu?
İşte bu tamamen o andaki geriliminizden kaynaklanmaktadır.
Çünkü beyin gücümüzü en iyi kullanmanın yolu; rahat olmaktır.
www.internethaber.com
Öğrenmek; bu hücreler arasından elektrik akımıyla yeni yollar oluşturmak ve bunları kalıcı kılmaktır. Ayrıca, beynimizdeki bağlantılar arasından küçük bir aralık bulunur.
Yeni bir şey öğrendiğimiz zaman, elektriksel sinyal bu aralıktan geçmeli ve yoluna devam etmelidir.
İki beyin hücresi arasındaki aralık çok küçüktür. Ama bu her sinyali diğer hücreye aktaracağı anlamına gelmez. Bizim için bu, derin bir vadiden geçmek gibidir. Sinya, bir beyin hücresinden diğerine geçerken büyük bir çaba sarfedilir.
Bu yolda yapılan ilk yolculuk, en zorudur. Bu ilk gidişten sonra, aynı yoldan gidiş; her seferinde daha kolay olur. Yeni bir bilgiyi başlangıçta öğrenmek zordur. Ama sinyal beyin hücreleri arasından ne kadar çok sayıda geçerse öğrenme o kadar güçlü olur.
Daha iyi öğrenmek için de beyinimizdeki hücreler arasındaki geçişi kolay hale getirmek gerekir. Bilim adamları bunu yapmanı bir yolunu buldular. Omega 3 vitaminin yani bildiğimiz balık yağının bunu en iyi sağlayan etkenlerden olduğunu belirlediler.
Öğrenmek için neler yapmalı?
Kaydet
Öğrenme, önce kaydetmekle başlar.
Bu noktada, insanların bilgiyi kaydetme tarzları onların öğrenme stratejilerini belirler. Bu konuyu, daha önceki yazılarımda detaylı bir şekilde işlemiştim ve insanların temel olarak üç öğrenme tarzını kullandıklarını belirtmiştim.
Fotografik hafızaya sahip olanlar, görüntü ve resimleri daha iyi kaydederler ve bu öğrenme tarzına görsel öğrenme denir.
Ses hafızasına sahip olanlar, sözcükleri ve seslere daha iyi kaydederler ve bu öğrenme tarzına işitsel öğrenme denir.
Kas hafızasına sahip olanlar da olayları, deneyimleri ve duyguları daha iyi kaydedeler ve bu öğrenme tarzına dokunsal öğrenme tarzı denir.
En güçlü kayıt, hem görerek, hem işiterek hem de uygulayarak yapılan kayıttır.
Kendi öğrenme tarzınızı belirlemek için www.nlpegitim.com sitemde “Kendimizi Tanıyalım” bölümünde bir test ve açıklama bulunmaktadır. Bu testten ve bilgilerden faydalanabilirsiniz.
Kendinizin ve yakınlarınız öğrenme tarzlarını bilmek; hem daha doğru ve etkili iletişim kurmanızı hem de kendinizi ve çevrenizdeki insanların davranış kalıplarını daha sağlıklı anlamanızı sağlar.
İnsanların çoğu bu sistemlerden ikisini kullanır ancak birini daha baskın olarak kullanmaktadır. Örneğin ben görsel işitsel öğrenme sistemini kullanırım ama görselliğim daha baskındır.
Eşim ise işitsel dokunsal sistemi kullanır; onun da işitselliği daha baskındır.
Sadece birini çok ağırlıklı kullanan ve diğerlerini çok az kullanan insanlar da vardır ya da hepsini en üst düzeyde kullanan özel bir zekaya sahip insanlar da vardır.
İnsanların görselliği, işitselliği ve dokunsallığı ilk iki yaş içerisinde çoğunlulukla tamamlanmış olmaktadır. Bununla birlikte; bu sistemleri geliştirmek de mümkündür.
Hafızada tut
Hafızada tutmanın en etkin yolu nedir sizce?
Bir bilgiyi hafızada tumanın en etkili yolu tekraradır. Tekrar edilmeyen hiçbir bilgi sizin değildir; suya yazılmış yazı gibidir.
Hafıza açısından en etkili tekrar; öğrendikten sonra ilk 30-45 dakika sonra yapılan tekraradır.
Aynı zamanda, yeni öğrendiğiniz bir bilgiyi ilk gün uyuyuncaya kadar tekrar etmezseniz yarısının silindiğini biliyor muydunuz?
Bu nedenle, öğrenci arkadaşlarımın yeni öğrendikleri konuları mutlaka o gün tekrar etmeleri başarılarını çok ciddi oranda artıracaktır. Günlük tekrar yoksa başarıda yoktur. Şampiyonların en önemli sırrı; günlük tekrardır.
Uykunun öğrenmede önemli bir yeri vardır. Uyku, öğrendiğiniz bilgileri entegre eder. Bu nedenle, uykudan önce yapılan küçük tekrarlar inanılmaz derecede kalıcılık sağlar.
Geri çağır
Geri çağırma, aslında beynimize kaydettiğimiz bilgilere erişip, kullanmaktır. Sınavlarda yaptığımız faaliyet de budur.
Sınavlarda öğrencilere beynindeki bilgiye, iki yolla ulaşır.
Birincisi; bilgiyi bilerek.
Bir bilgiyi biliyorsanız soruyu okurken hemen bilgiye ulaşırsınız.
İkincisi; hatırlayarak.
Hatırlamak, bilgiye bir ipi ucu ile ulaşmak demektir. Bilgiye cevap şıklarını okuduğunuzda yada bir çağrıştırıcı ile ulaşırsınız. Öğrenciler, sınavlarda bir “çağrıştırıcı” ile gelen bilgilere güvenebilirler. Çünkü; bu bilgiler bilinçaltından gelen bilgilerdir.
Beynimize kayıtlı bir bilgiye erişmenin en etkili yolu; rahat olmaktır.
Çünkü; gerilim anında hafızamız devredışı kalır ve bizler çok iyi bildiğinim bilgilere bile ulaşamayız. Yoğun stresten dolayı ismini bile hatırlayamayan insanlarla karşılaştım.
Sizlerin de en yakın arkadaşınızın ismini hatırlayamadığınız, ev telefonu hatırlayamadığınız zamanlar olmadı mı?
Birçok öğrenci arkadaşımız bildiği halde sınavda hatırlayamadığı bilgileri sınavdan sonra hatırlamıyor mu?
İşte bu tamamen o andaki geriliminizden kaynaklanmaktadır.
Çünkü beyin gücümüzü en iyi kullanmanın yolu; rahat olmaktır.
www.internethaber.com
Diğer zamanlar işlerimizi kendimiz halledebiliriz düşüncesi hayatımıza girmiş.
Ya da açıkça söylersek o zamanlar Allah'a (cc) ihtiyacımız yok.
Allah'ın (cc) emir ve yasaklarına itaattir. Karşılıksız alabileceğimiz en iyi hediye namazımızdır,
Hem masrafsız ve ödüller de muhteşemdir.
Allah beni affetsin, ....
O'nun hayatımda ilk sırada olmaması gerektiğini kabul ettiğim yer ve zamanların varlığından dolayı.
Her zaman O'nun bizim için yaptıklarını daima hatırlayacak zamanlarımız olmalı
Evet, ALLAH'ı (cc) çok seviyorum.
O benim var olma ve kurtulma kaynağım.
Beni her gün ayakta tutuyor.
O'ndan başka sığınılacak kapı olmadığını bilmek..
Onsuz hiçbirşeyim….
Diyebiliyormusunuz?
-Gerçekleri söylemek neden bu kadar zor.
Aynı zamanda yalanları söylemek de bu kadar kolay?
-Neden namazda uykuluyuz da bitince aniden uyanıveririz?
-Böyle mesajları paylaşmak varken silmek neden kolayımıza gelir?
Ne gariptir, ALLAH'a (cc) inandığını söyleyip de şeytanın peşinden gitmek .
Allah'ın bizim için ne düşündüğünden çok insanların bizim için ne düşündüğüne önem vermemiz
sizin adalet terazinizle ne kadar adil görünüyor?
Herşeyden önemlisi ne kadar daha yaşayacağınızı sanıyorsunuz!!!!
Ya da açıkça söylersek o zamanlar Allah'a (cc) ihtiyacımız yok.
Allah'ın (cc) emir ve yasaklarına itaattir. Karşılıksız alabileceğimiz en iyi hediye namazımızdır,
Hem masrafsız ve ödüller de muhteşemdir.
Allah beni affetsin, ....
O'nun hayatımda ilk sırada olmaması gerektiğini kabul ettiğim yer ve zamanların varlığından dolayı.
Her zaman O'nun bizim için yaptıklarını daima hatırlayacak zamanlarımız olmalı
Evet, ALLAH'ı (cc) çok seviyorum.
O benim var olma ve kurtulma kaynağım.
Beni her gün ayakta tutuyor.
O'ndan başka sığınılacak kapı olmadığını bilmek..
Onsuz hiçbirşeyim….
Diyebiliyormusunuz?
-Gerçekleri söylemek neden bu kadar zor.
Aynı zamanda yalanları söylemek de bu kadar kolay?
-Neden namazda uykuluyuz da bitince aniden uyanıveririz?
-Böyle mesajları paylaşmak varken silmek neden kolayımıza gelir?
Ne gariptir, ALLAH'a (cc) inandığını söyleyip de şeytanın peşinden gitmek .
Allah'ın bizim için ne düşündüğünden çok insanların bizim için ne düşündüğüne önem vermemiz
sizin adalet terazinizle ne kadar adil görünüyor?
Herşeyden önemlisi ne kadar daha yaşayacağınızı sanıyorsunuz!!!!
Kendimizi Tanıyalım - Test
Kendimizi Tanıyalım - Test
Testi nasıl yapmalı?
Sakin bir mekan bulun.
Testi mümkün olduğunca hızlı yapın. Yavaş yaptığınızda gerçekçi olmaz. Çünkü çok düşüdüğünüzde zaten cevapları istediğiniz kalitede bulabilirsiniz.
Testi yapmaya başlamadan önce soruları okumayın. Çünkü soruları testi yapmaya başlamadan önce okumuş olursanız zaten cevaplar zihninizde hazır hale gelir. Bu de testin etkinliğini azaltır.
Puanlama nasıl yapılmalı?
Toplam üç bölüm bulunmaktadır.
Her bir bölümde 6 soru sorulmaktadır.
Sorular 5 puan üzerinden hesaplanır.
Görsel bölümde zihninizde bir şey görmeniz istenmektedir. Örneğin en kısa saçlı arkadaşınızı zihninizde görmeniz istenmektedir. En kısa saçlı arkadaşınızı zihninizde ne kadar hızlı ve net bir şekilde görüyorsanız ona göre puan vermelisiniz. Çok hızlı, rahat ve zorlanmadan görüyorsanız 5 puan verebilirsiniz. Biraz zorlanıyorsanız 4, daha fazla zorlanıyorsanız 3, 2, 1 diye azaltabilirisiniz. Yani, yaptığınız zihinsel faaliyetin hızına ve kalitesine göre puanlama yapmalısınız.
İşitsel bölümde sizden bir ses duymanız istenmektedir.
Örneğin en kısık sesli arkadaşınızın sesini hatırlamanız istenmektedir. Bu sesi ne kadar hızlı ve rahat bir şekilde hatırlıyorsanız ona göre puan vermelisiniz. Çok kolay, rahat ve iyi hatırlıyorsanız 5 puan verebilirsiniz. Biraz zorlanıyorsanız zorlanma durumunuza göre 4,3,2,1 olarak azaltabilirsiniz.
Dokunsal bölümde bir şey hissetmeniz istenmektedir.
Örneğin, elinize bir iğnenin battığını hissetmeniz istenmektedir. Bu duyguyu, kolaylıkla, zorlanmadan hissediyorsanız 5 puan verebilirisiniz. Hissetmekte zorlanıyorsanız, hissetme kalitenize göre puanı azaltabilirsiz.
Puanlama bittikten sonra her bir bölümü ayrı ayrı toplayın.
GÖRSEL
1.Arkadaşlarınızın ya da yakınlarınızın içerisinde en uzun saçlı olan kimdir?
2.Okuldaki öğretmenlerinizden birinin yüzünü hatırlayın.
3.Bir kaplanın üzerindeki çizgileri hayal edin.
4.Yaşadığınız ya da çalıştığınız yerin giriş kapısının rengine bakın.
5.Televizyonda seyretmekten en çok zevk aldığınız kişiyi, başında bir şapkayla düşünün.
6.Evinizdeki en kalın kitabı gözünüzün önüne getirin.
Görsel
1. 1 2 3 4 5
2. 1 2 3 4 5
3. 1 2 3 4 5
4. 1 2 3 4 5
5. 1 2 3 4 5
6. 1 2 3 4 5
toplam görsel puanlar:……..
İŞİTSEL
1.Sevdiğiniz bir müzik parçasını dinleyin
2.Uzaklarda çalan bir çana kulak verin.
3.En kısık sesli arkadaşınız hangisidir?
4.Soğuk bir kış sabahında çalıştırılmak istenen arabanın sesini duyun.
5.Bir çocukluk arkadaşınızın sesini duyun.
6.Kendi sesinizin su altındaki yankısını dinleyin.
İşitsel
1. 1 2 3 4 5
2. 1 2 3 4 5
3. 1 2 3 4 5
4. 1 2 3 4 5
5. 1 2 3 4 5
6. 1 2 3 4 5
toplam işitsel puanlar:……..
DOKUNSAL (Kinestetik)
1.Sol elinizin çok soğuk bir suda olduğunu hissedin.
2.İki elinizle bir toplu iğne tutun.
3.Bir kediyi ya da köpeği okşayın
4.Elinize bir çift ıslak eldiven giyin
5.Bir buçuk metre yüksekliğinde bir duvarın üzerinden atladığınızı hayal edin.
6.Yokuş aşağı bir tekerlek yuvarlayın.
Dokunsal
1. 1 2 3 4 5
2. 1 2 3 4 5
3. 1 2 3 4 5
4. 1 2 3 4 5
5. 1 2 3 4 5
6. 1 2 3 4 5
toplam dokunsal puanlar:……..
Hangi Yanıtınız Daha Çoksa Aşağıdaki Özelllikleri Gösteriyorsunuz Demektir.
Görseller hangi özelliklere sahiptirler:
Düzenli ve bakımlıdırlar.
Resimleri daha iyi hatırlarlar.
Gürültü dikkatlerini işitseller kadar fazla dağıtmaz.
Çoğunlukla sözel bilgileri pek hatırlayamazlar.
Görünüm onlar için önemlidir.
Göz hareketleri yukardadır.
Görsel kelimeler kullanırlar.
Göğüs nefesi alırlar.
Hızlı konuşurlar.
Görüntülerle düşünürler.
İnsanları yüzlerinden hatırlarlar.
Konuşurken göz teması kurarlar.
Gelecekte yaşarlar.
Otururken öne doğru eğilirler.
Sinema, tv gibi görsel etkinlikleri severler.
Bir şey anlatırken şemalar ve şekiller çizerler.
Olayları bir bütün olarak görürler.
Genele odaklıdırlar.
Hızlı karar alırlar.
Fikir yürütmeyi severler ama iş yapmayı pek sevmezler.
Öğrenirken resimleri ve şemaları daha iyi kaydeder ve kolay hatırlarlar.
Öğrenmede odaklanma zorluğu çekerler.
Çalışmaya başlamadan önce masanın ve etrafın düzenine dikkat ederler.
Genele odaklı oldukları için detayları kaçırırlar.
Hızlı çalıştıkları için çoğunlukla ‘erken anlama’ sorunu yaşarlar
Çalışırken önemli yerlerin altını çizerek çalışırlar.
Bazen hızlı hızlı notlar alırlar.
Ders çalışırken bir an önce bitirmek isterler.
Telaşlı, aceleci bir yapıları vardır.
Resim hafızasına sahiptirler.
İşitseller hangi özelliklere sahiptirler:
Uzun sohbetleri ve müzik dinlemeyi severler.
İsimleri daha iyi hatırlarlar.
Hafızaları iyidir.
Detaycıdırlar.
Mantıkçıdırlar.
Göz hareketleri yanlara doğrudur.
Kelimelere önem verirler.
Geçmişte yaşarlar, bol bol anı anlatırlar.
Duygularını ses tonları ile belli ederler.
Devamlı detaya karşı iç diyalogları vardır.
İşlerini telefonda halletmeyi yeğlerler.
Tipik olarak kendi kendilerine konuşur ve gürültüden çok rahatsız olurlar. (Hatta bazıları kendi kendilerine konuşurken dudaklarını kıpırdatır).
Sizin konuşmanızdan sonra söylediklerinizi kolaylıkla tekrar edebilirler.
Ders çalışırken içlerinden veya dışlarından tekrar etmek isterler.
Çalıştıklarını birilerine anlatmayı isterler.
‘Geç anlama’ sorunu yaşarlar.
Çalışırken detaya odaklı oldukları için hep bir şeyler kaçırdıklarını düşünürler.
İlişkilendirerek öğrenirler. Bu nedenle çalışırken hep geri dönüşler yaparlar.
Dinleyerek öğrenirler.
Bir bilgiyi belli bir sıra ile, adım adım öğrenirler.
Öğrendikleri bilginin hep mantığını, prensiplerini ve mekanizmasını öğrenmek isterler.
Ses ve kelime hafızasına sahiptirler.
Dokunsallar hangi özelliklere sahiptirler:
Yavaş ve az konuşurlar.
Duygusaldırlar.
Şimdide yaşarlar.
Diyafram nefesi alırlar.
Duygusal yönden iyi durumdaysalar, çok iyi odaklanırlar.
Hayır diyemezler.
Zamanı organize edemezler.
Duygularını çabuk belli ederler.
Tokalaşmayı, omza dokunmayı, sarılmayı çok severler.
Olayları ve duyguları iyi hatırlarlar.
Fiziksel tepkilere ve dokunmalara tepki verirler.
Başkalarına görsel insanlardan daha fazla yakın otururlar.
Bir şeyi uygulayarak, işin içerisine girerek öğrenir ve hatırlarlar.
Duygusal yönden iyi iseler çok iyi odaklanırlar.
Yazarak, özet çıkararak öğrenmeyi tercih ederler. Bu nedenle yavaş fakat iyi öğrenirler.
Kas hafızasına sahiptirler.
Testi nasıl yapmalı?
Sakin bir mekan bulun.
Testi mümkün olduğunca hızlı yapın. Yavaş yaptığınızda gerçekçi olmaz. Çünkü çok düşüdüğünüzde zaten cevapları istediğiniz kalitede bulabilirsiniz.
Testi yapmaya başlamadan önce soruları okumayın. Çünkü soruları testi yapmaya başlamadan önce okumuş olursanız zaten cevaplar zihninizde hazır hale gelir. Bu de testin etkinliğini azaltır.
Puanlama nasıl yapılmalı?
Toplam üç bölüm bulunmaktadır.
Her bir bölümde 6 soru sorulmaktadır.
Sorular 5 puan üzerinden hesaplanır.
Görsel bölümde zihninizde bir şey görmeniz istenmektedir. Örneğin en kısa saçlı arkadaşınızı zihninizde görmeniz istenmektedir. En kısa saçlı arkadaşınızı zihninizde ne kadar hızlı ve net bir şekilde görüyorsanız ona göre puan vermelisiniz. Çok hızlı, rahat ve zorlanmadan görüyorsanız 5 puan verebilirsiniz. Biraz zorlanıyorsanız 4, daha fazla zorlanıyorsanız 3, 2, 1 diye azaltabilirisiniz. Yani, yaptığınız zihinsel faaliyetin hızına ve kalitesine göre puanlama yapmalısınız.
İşitsel bölümde sizden bir ses duymanız istenmektedir.
Örneğin en kısık sesli arkadaşınızın sesini hatırlamanız istenmektedir. Bu sesi ne kadar hızlı ve rahat bir şekilde hatırlıyorsanız ona göre puan vermelisiniz. Çok kolay, rahat ve iyi hatırlıyorsanız 5 puan verebilirsiniz. Biraz zorlanıyorsanız zorlanma durumunuza göre 4,3,2,1 olarak azaltabilirsiniz.
Dokunsal bölümde bir şey hissetmeniz istenmektedir.
Örneğin, elinize bir iğnenin battığını hissetmeniz istenmektedir. Bu duyguyu, kolaylıkla, zorlanmadan hissediyorsanız 5 puan verebilirisiniz. Hissetmekte zorlanıyorsanız, hissetme kalitenize göre puanı azaltabilirsiz.
Puanlama bittikten sonra her bir bölümü ayrı ayrı toplayın.
GÖRSEL
1.Arkadaşlarınızın ya da yakınlarınızın içerisinde en uzun saçlı olan kimdir?
2.Okuldaki öğretmenlerinizden birinin yüzünü hatırlayın.
3.Bir kaplanın üzerindeki çizgileri hayal edin.
4.Yaşadığınız ya da çalıştığınız yerin giriş kapısının rengine bakın.
5.Televizyonda seyretmekten en çok zevk aldığınız kişiyi, başında bir şapkayla düşünün.
6.Evinizdeki en kalın kitabı gözünüzün önüne getirin.
Görsel
1. 1 2 3 4 5
2. 1 2 3 4 5
3. 1 2 3 4 5
4. 1 2 3 4 5
5. 1 2 3 4 5
6. 1 2 3 4 5
toplam görsel puanlar:……..
İŞİTSEL
1.Sevdiğiniz bir müzik parçasını dinleyin
2.Uzaklarda çalan bir çana kulak verin.
3.En kısık sesli arkadaşınız hangisidir?
4.Soğuk bir kış sabahında çalıştırılmak istenen arabanın sesini duyun.
5.Bir çocukluk arkadaşınızın sesini duyun.
6.Kendi sesinizin su altındaki yankısını dinleyin.
İşitsel
1. 1 2 3 4 5
2. 1 2 3 4 5
3. 1 2 3 4 5
4. 1 2 3 4 5
5. 1 2 3 4 5
6. 1 2 3 4 5
toplam işitsel puanlar:……..
DOKUNSAL (Kinestetik)
1.Sol elinizin çok soğuk bir suda olduğunu hissedin.
2.İki elinizle bir toplu iğne tutun.
3.Bir kediyi ya da köpeği okşayın
4.Elinize bir çift ıslak eldiven giyin
5.Bir buçuk metre yüksekliğinde bir duvarın üzerinden atladığınızı hayal edin.
6.Yokuş aşağı bir tekerlek yuvarlayın.
Dokunsal
1. 1 2 3 4 5
2. 1 2 3 4 5
3. 1 2 3 4 5
4. 1 2 3 4 5
5. 1 2 3 4 5
6. 1 2 3 4 5
toplam dokunsal puanlar:……..
Hangi Yanıtınız Daha Çoksa Aşağıdaki Özelllikleri Gösteriyorsunuz Demektir.
Görseller hangi özelliklere sahiptirler:
Düzenli ve bakımlıdırlar.
Resimleri daha iyi hatırlarlar.
Gürültü dikkatlerini işitseller kadar fazla dağıtmaz.
Çoğunlukla sözel bilgileri pek hatırlayamazlar.
Görünüm onlar için önemlidir.
Göz hareketleri yukardadır.
Görsel kelimeler kullanırlar.
Göğüs nefesi alırlar.
Hızlı konuşurlar.
Görüntülerle düşünürler.
İnsanları yüzlerinden hatırlarlar.
Konuşurken göz teması kurarlar.
Gelecekte yaşarlar.
Otururken öne doğru eğilirler.
Sinema, tv gibi görsel etkinlikleri severler.
Bir şey anlatırken şemalar ve şekiller çizerler.
Olayları bir bütün olarak görürler.
Genele odaklıdırlar.
Hızlı karar alırlar.
Fikir yürütmeyi severler ama iş yapmayı pek sevmezler.
Öğrenirken resimleri ve şemaları daha iyi kaydeder ve kolay hatırlarlar.
Öğrenmede odaklanma zorluğu çekerler.
Çalışmaya başlamadan önce masanın ve etrafın düzenine dikkat ederler.
Genele odaklı oldukları için detayları kaçırırlar.
Hızlı çalıştıkları için çoğunlukla ‘erken anlama’ sorunu yaşarlar
Çalışırken önemli yerlerin altını çizerek çalışırlar.
Bazen hızlı hızlı notlar alırlar.
Ders çalışırken bir an önce bitirmek isterler.
Telaşlı, aceleci bir yapıları vardır.
Resim hafızasına sahiptirler.
İşitseller hangi özelliklere sahiptirler:
Uzun sohbetleri ve müzik dinlemeyi severler.
İsimleri daha iyi hatırlarlar.
Hafızaları iyidir.
Detaycıdırlar.
Mantıkçıdırlar.
Göz hareketleri yanlara doğrudur.
Kelimelere önem verirler.
Geçmişte yaşarlar, bol bol anı anlatırlar.
Duygularını ses tonları ile belli ederler.
Devamlı detaya karşı iç diyalogları vardır.
İşlerini telefonda halletmeyi yeğlerler.
Tipik olarak kendi kendilerine konuşur ve gürültüden çok rahatsız olurlar. (Hatta bazıları kendi kendilerine konuşurken dudaklarını kıpırdatır).
Sizin konuşmanızdan sonra söylediklerinizi kolaylıkla tekrar edebilirler.
Ders çalışırken içlerinden veya dışlarından tekrar etmek isterler.
Çalıştıklarını birilerine anlatmayı isterler.
‘Geç anlama’ sorunu yaşarlar.
Çalışırken detaya odaklı oldukları için hep bir şeyler kaçırdıklarını düşünürler.
İlişkilendirerek öğrenirler. Bu nedenle çalışırken hep geri dönüşler yaparlar.
Dinleyerek öğrenirler.
Bir bilgiyi belli bir sıra ile, adım adım öğrenirler.
Öğrendikleri bilginin hep mantığını, prensiplerini ve mekanizmasını öğrenmek isterler.
Ses ve kelime hafızasına sahiptirler.
Dokunsallar hangi özelliklere sahiptirler:
Yavaş ve az konuşurlar.
Duygusaldırlar.
Şimdide yaşarlar.
Diyafram nefesi alırlar.
Duygusal yönden iyi durumdaysalar, çok iyi odaklanırlar.
Hayır diyemezler.
Zamanı organize edemezler.
Duygularını çabuk belli ederler.
Tokalaşmayı, omza dokunmayı, sarılmayı çok severler.
Olayları ve duyguları iyi hatırlarlar.
Fiziksel tepkilere ve dokunmalara tepki verirler.
Başkalarına görsel insanlardan daha fazla yakın otururlar.
Bir şeyi uygulayarak, işin içerisine girerek öğrenir ve hatırlarlar.
Duygusal yönden iyi iseler çok iyi odaklanırlar.
Yazarak, özet çıkararak öğrenmeyi tercih ederler. Bu nedenle yavaş fakat iyi öğrenirler.
Kas hafızasına sahiptirler.
İsrail eski Başbakanlarından Bayan Golde Meir
İsrail eski Başbakanlarından Bayan Golde Meir’e atfedilen bir söz var...
Savaşmaktan, kan dökmekten, çocuk öldürmekten bıktığı bir gün demiş ki: “Osmanlı’nın bir çavuş onbeş yeniçeri ile yüzyıllar boyu barış içinde yönettiği bölgeyi elli yıldır kan deryasına döndürdük.”
Sahiden de, Osmanlı’nın başardığını şimdiki yönetimler neden başaramıyor?
Bunun sırrı nedir?
Bunun üç temel sırrı var sevgili dostlarım...
1. Hiçbir fark gözetmeden, Osmanlı’nın, sadece insan olma hasebiyle insana saygı gösterme ilkesi...
2. Her alanda ve her anlamda âdil olması, adâlet dağıtımında Müslüman- gayrimüslim farkı gözetmemesi...
3. Şefkat ve yardımı hem varlık sebebi sayması, hem de devlet felsefesine dönüştürmesi.
Savaşmaktan, kan dökmekten, çocuk öldürmekten bıktığı bir gün demiş ki: “Osmanlı’nın bir çavuş onbeş yeniçeri ile yüzyıllar boyu barış içinde yönettiği bölgeyi elli yıldır kan deryasına döndürdük.”
Sahiden de, Osmanlı’nın başardığını şimdiki yönetimler neden başaramıyor?
Bunun sırrı nedir?
Bunun üç temel sırrı var sevgili dostlarım...
1. Hiçbir fark gözetmeden, Osmanlı’nın, sadece insan olma hasebiyle insana saygı gösterme ilkesi...
2. Her alanda ve her anlamda âdil olması, adâlet dağıtımında Müslüman- gayrimüslim farkı gözetmemesi...
3. Şefkat ve yardımı hem varlık sebebi sayması, hem de devlet felsefesine dönüştürmesi.
Prof. Nevzat TARHAN ;Ya İmam Hatip bahçesinde çıksa idi
Prof. Nevzat TARHAN ;Ya İmam Hatip bahçesinde çıksa idi Haber 7
Türkiye değişiyor artık, birkaç generalin ve siyasetçinin peşine takılan Türkiye değil, general ve siyasetçiyi değiştiren Türkiye dönemi başladı.
Sayın Başbuğ’u izledik sanki üniforma giymiş Süleyman Demirel konuşuyordu. Çok şey söyledi ama söylenmemesi gerekeni de ustaca sakladı.
Basın toplantısının asıl amacının kamuoyu önünde güven artırma çabası olduğu anlaşılıyor. Çünkü toplumun sevgi ve güvenini kazanamayan ordunun yönetilemeyeceğini anladı Sayın Genelkurmay Başkanımız.
Hukukçulara mesajlar
Basın toplantısının topluma en büyük kazancının da artık savcı ve yargıçların ‘Asker ne der’ kaygısı ile konjonktürel karar verme gerekçelerinin ortadan kalktığını görmemiz oldu.
Eğer terör savcıları zaaflarının kurbanı olup kendilerini yıpratacak konuşmalar yapmazlarsa cesaretle olayların üzerine gitmelerine bir engel kalmamıştır.
Açıklık ve samimiyet vurgusu
Çok rahat ve kendisinden emindi. İlk defa bir Genelkurmay Başkanı demokrasiye inanmayan bizde barınamaz dedi. Darbe isteyen bizde barınamaz dedi. Hukuk devletinde kimse mahkemeyi destekleme veya desteklememe hakkına sahip değildir dedi.
Bunlar geçte olsa duymaktan mutlu olduğumuz sözlerdi.
Darbeye karşıyız ama...
Fakat Sayın Başbuğ darbeler yanlıştır demedi, ordunun içinde darbeci yoktur derken ilerde ne kadar mahcup olabileceğini düşünemedi. Ergenekon davasının görevdeki generallere uzanmayacağından bu kadar nasıl emin olabiliyor?
Acaba ‘Ben kendiliğimden kendi adamlarımı yedirmem ama açığı olan birisini de savunmam’ diyorsa bu da bir yöntemdir. Ama kamuoyuna güven vermiyor.
İki ihtilal dört muhtıra vermiş bir gücü savunurken cezaevine gönderilen korgeneral’in iki orgenerali ziyaretini diğer subayları ziyaret etmemesini gizledi.
Dağda akredite
Akredite konusunda etik standartların ne olduğunu bilmiyoruz ama keyfiliğin nasıl önleyeceğini zaman içinde göreceğiz.
Cihan Haber Ajansı muhabirinin dağda akredite uygulanarak bırakılmasını Sayın Başbuğ kendisi gündeme getirdi ve samimi rahatsız olduğu anlaşılıyordu.
TSK Poyrazköy ilişkisi
‘Yerden fışkıran silah’ sözünün toplumda karamsarlık uyandıracağını söylerken, cephaneliklerle Türk Silahlı Kuvvetleri ile bağlantı kurulmasından rahatsız olduğunu söylerken haklıydı.
Ancak bu haklılığı o silahlar Fatih Çarşamba’da veya bir İmam Hatip Lisesinin bahçesinde çıksa savunacakmıydı Sayın Generalimiz emin değiliz? Yoksa yeni bir irtica dalgası mı başlatılırdı acaba?
GATA ve ahlaksızlık
GATA’da Ergenekon sanıklarının hukuktan kaçırılması iddiasına tepki verirken çok ağır ve sert konuştu. Ancak GATA’ ya sevk için çırpınmaların ahlakiliğini gözardı etti.GATA’da bu kadar uzun tutuklu hasta yatmasının bilimsel gerekçesi yoktu.
Dış bilirkişi denetimi yapılmadı. Tabip Odası’nın sevkle ilgili yorumunu yatış ile ilgili yorum olarak değerlendirdi. Eğer GATA’daki doktorlar hastayı sağlam gerekçe olmadan uzun süre yatırıyorlarsa ve bu konuda ‘delilleri karartmak’tan yargılanırlarsa Genelkurmay Başkanının onlara sahip çıkmayacağını anlayabiliriz.
Cemaatlar ve laiklik
Sayın Genelkurmay Başkanımızın bu soru sorulduğunda cevabı verirken sosyoloji vurgusu yapması çok doğruydu. Din konusu açıldığında hemen laiklik vurgusunun yapılmasına alışmış toplumu bu ifadeler şaşırttı ve sevindirdi.
“Siz başka dünyada yaşıyorsunuz”
Bu söz 2006 YAŞ toplantısında Başbakan’ın Hava Kuvvetleri Komutanı’nın ümmetçi isnadı üzerine söylediği bir sözdü. Şimdi o söze gerek kalmadı diyebilecek miyiz zaman gösterecek.
O YAŞ toplantılarında çok subay ‘İrticayı cesaretlendirmeyelim, içlerine korku salalım’ gerekçesi ile yargısız infaza maruz kalmıştı. O ekmeği ve onuru ile oynanan subay, astsubayların düşüncelerinden başka suçları yoktu.
Dinin psikososyal bir gerçeklik olduğunun Genelkurmay Başkanı tarafından fark edilmesi sevindirici idi.
Laikliğin bir yaşam tarzı değil yönetim biçimi olduğunun anlaşılması için biraz daha bekleyeceğiz ama kendi modernimizi oluşturmaya başladık bile.
Siyasette modernleşme demokrasi ve özgürlük demektir.
Dinde modernleşme taassuptan uzaklaşma demektir
Askerde modernleşme siyasetten elini çekme demektir
Devletin modernleşmesi bireyi ezmemesi demektir
Bireyin modernleşmesi özgürlükçü, çoğulcu ve katılımcı olmayı başarması demektir.
Toplumun modernleşmesi bu saydıklarımın hepsi demektir.
Çağdaşlığı gardrop modernliğine indirgeyenlerin kulakları çınlasın...
Devlet dinden elini çekerse, dini cemaatler de siyasetten elini çekerler.
Devlet hizmetine girip yükselerek yetkilerin zorbalar grubunda toplanmasını sağlayan resmi ideolojinin toplumda karşılığı yoktur.
Ergenekon lobisinin toplum mühendisliğinin sonuna yaklaştığımızı söyleyebiliriz.
.
NEVZAT TARHAN – HABER 7
ntarhan@gmail.com
Türkiye değişiyor artık, birkaç generalin ve siyasetçinin peşine takılan Türkiye değil, general ve siyasetçiyi değiştiren Türkiye dönemi başladı.
Sayın Başbuğ’u izledik sanki üniforma giymiş Süleyman Demirel konuşuyordu. Çok şey söyledi ama söylenmemesi gerekeni de ustaca sakladı.
Basın toplantısının asıl amacının kamuoyu önünde güven artırma çabası olduğu anlaşılıyor. Çünkü toplumun sevgi ve güvenini kazanamayan ordunun yönetilemeyeceğini anladı Sayın Genelkurmay Başkanımız.
Hukukçulara mesajlar
Basın toplantısının topluma en büyük kazancının da artık savcı ve yargıçların ‘Asker ne der’ kaygısı ile konjonktürel karar verme gerekçelerinin ortadan kalktığını görmemiz oldu.
Eğer terör savcıları zaaflarının kurbanı olup kendilerini yıpratacak konuşmalar yapmazlarsa cesaretle olayların üzerine gitmelerine bir engel kalmamıştır.
Açıklık ve samimiyet vurgusu
Çok rahat ve kendisinden emindi. İlk defa bir Genelkurmay Başkanı demokrasiye inanmayan bizde barınamaz dedi. Darbe isteyen bizde barınamaz dedi. Hukuk devletinde kimse mahkemeyi destekleme veya desteklememe hakkına sahip değildir dedi.
Bunlar geçte olsa duymaktan mutlu olduğumuz sözlerdi.
Darbeye karşıyız ama...
Fakat Sayın Başbuğ darbeler yanlıştır demedi, ordunun içinde darbeci yoktur derken ilerde ne kadar mahcup olabileceğini düşünemedi. Ergenekon davasının görevdeki generallere uzanmayacağından bu kadar nasıl emin olabiliyor?
Acaba ‘Ben kendiliğimden kendi adamlarımı yedirmem ama açığı olan birisini de savunmam’ diyorsa bu da bir yöntemdir. Ama kamuoyuna güven vermiyor.
İki ihtilal dört muhtıra vermiş bir gücü savunurken cezaevine gönderilen korgeneral’in iki orgenerali ziyaretini diğer subayları ziyaret etmemesini gizledi.
Dağda akredite
Akredite konusunda etik standartların ne olduğunu bilmiyoruz ama keyfiliğin nasıl önleyeceğini zaman içinde göreceğiz.
Cihan Haber Ajansı muhabirinin dağda akredite uygulanarak bırakılmasını Sayın Başbuğ kendisi gündeme getirdi ve samimi rahatsız olduğu anlaşılıyordu.
TSK Poyrazköy ilişkisi
‘Yerden fışkıran silah’ sözünün toplumda karamsarlık uyandıracağını söylerken, cephaneliklerle Türk Silahlı Kuvvetleri ile bağlantı kurulmasından rahatsız olduğunu söylerken haklıydı.
Ancak bu haklılığı o silahlar Fatih Çarşamba’da veya bir İmam Hatip Lisesinin bahçesinde çıksa savunacakmıydı Sayın Generalimiz emin değiliz? Yoksa yeni bir irtica dalgası mı başlatılırdı acaba?
GATA ve ahlaksızlık
GATA’da Ergenekon sanıklarının hukuktan kaçırılması iddiasına tepki verirken çok ağır ve sert konuştu. Ancak GATA’ ya sevk için çırpınmaların ahlakiliğini gözardı etti.GATA’da bu kadar uzun tutuklu hasta yatmasının bilimsel gerekçesi yoktu.
Dış bilirkişi denetimi yapılmadı. Tabip Odası’nın sevkle ilgili yorumunu yatış ile ilgili yorum olarak değerlendirdi. Eğer GATA’daki doktorlar hastayı sağlam gerekçe olmadan uzun süre yatırıyorlarsa ve bu konuda ‘delilleri karartmak’tan yargılanırlarsa Genelkurmay Başkanının onlara sahip çıkmayacağını anlayabiliriz.
Cemaatlar ve laiklik
Sayın Genelkurmay Başkanımızın bu soru sorulduğunda cevabı verirken sosyoloji vurgusu yapması çok doğruydu. Din konusu açıldığında hemen laiklik vurgusunun yapılmasına alışmış toplumu bu ifadeler şaşırttı ve sevindirdi.
“Siz başka dünyada yaşıyorsunuz”
Bu söz 2006 YAŞ toplantısında Başbakan’ın Hava Kuvvetleri Komutanı’nın ümmetçi isnadı üzerine söylediği bir sözdü. Şimdi o söze gerek kalmadı diyebilecek miyiz zaman gösterecek.
O YAŞ toplantılarında çok subay ‘İrticayı cesaretlendirmeyelim, içlerine korku salalım’ gerekçesi ile yargısız infaza maruz kalmıştı. O ekmeği ve onuru ile oynanan subay, astsubayların düşüncelerinden başka suçları yoktu.
Dinin psikososyal bir gerçeklik olduğunun Genelkurmay Başkanı tarafından fark edilmesi sevindirici idi.
Laikliğin bir yaşam tarzı değil yönetim biçimi olduğunun anlaşılması için biraz daha bekleyeceğiz ama kendi modernimizi oluşturmaya başladık bile.
Siyasette modernleşme demokrasi ve özgürlük demektir.
Dinde modernleşme taassuptan uzaklaşma demektir
Askerde modernleşme siyasetten elini çekme demektir
Devletin modernleşmesi bireyi ezmemesi demektir
Bireyin modernleşmesi özgürlükçü, çoğulcu ve katılımcı olmayı başarması demektir.
Toplumun modernleşmesi bu saydıklarımın hepsi demektir.
Çağdaşlığı gardrop modernliğine indirgeyenlerin kulakları çınlasın...
Devlet dinden elini çekerse, dini cemaatler de siyasetten elini çekerler.
Devlet hizmetine girip yükselerek yetkilerin zorbalar grubunda toplanmasını sağlayan resmi ideolojinin toplumda karşılığı yoktur.
Ergenekon lobisinin toplum mühendisliğinin sonuna yaklaştığımızı söyleyebiliriz.
.
NEVZAT TARHAN – HABER 7
ntarhan@gmail.com
İNSAN&ADALET
İnsan, insanlığını adil bir varlık olduğu sürece gerçekleştirebilir
Adalet istemek, insanca bir şeydir. Fıtri kabiliyetleri olgunlaşmamış
birinin, mümin olmadan önce insan olması gerekir.
“(Öyle) Bir fitneden sakının ki, aranızdan yalnız haksızlık
edenlere erişmekle kalmaz (hepinize erişir). Bilin ki Allah’ın
azabı çetindir.” (8 Enfal / 25)
İnsanın yaptığı bütün iyilikler, kendisi içindir. Dünyada
mevcut bulunan imkânların, insanlar arasında adil olarak
paylaşılması halinde herkese yeteceği yatsınamıyacak bir gerçektir
a. İnsan yeryüzünde halifedir. Bu husus Allah tarafından
açık bir şekilde beyan edilmiştir.
b. İnsan meleklerden üstün bir varlık olarak yaratılmıştır.
Bu üstünlüğün temel sebebi de ona bilginin verilmesi
yani bilgi elde etme aracı ve yöntemi olarak akıl ile donatılmasıdır.
c. İnsan eşrefi mahlukattır ve Allah’tan başkasına secde
etmeyen melekler ona secde etmekle yani ona hürmet
etmek ve saygı göstermekle emrolunmuşlardır
. Yaptıklarından sorumlu bir varlık olan insan, hayatın tüm
alanlarını ilgilendiren haklarını kullanırken adaletten ayrılmamak
zorundadır. Adalet kavramı bu açıdan ele alındığında;
bu kavramın birbiriyle ilişkili farklı açılımlarının olduğu
görülür. Dolayısıyla adalet kavramının felsefi boyutunu,
siyaset boyutunu, ahlaki ve hukuki boyutunu göz önünde
bulundurarak değerlendirmek gerekir.
din için asıl olan amaç; insan-insan, insan- toplum
ve insan- iktidar arasındaki ilişkileri adalet ve ahlak
merkezli bir zeminde tesis etmektir.
İnsanın kendisine ve başkasına karşı görev ve sorumlulukları vardır. Dünyaya
gönderiliş sebebi olan kulluk bilinci bu görev ve sorumlulukları
yerine getirmeyi zorunlu kılmaktadır. Buna
göre yaşama ve yaşam için ihtiyaç duyulan temel haklar
kutsaldır, çiğnenemez. Haksız yere bir insanı öldüren
veya yeryüzünde bozgunculuk yapan kişi tüm insanlığı
öldürmüş gibidir.
Dinin amaç ve hedefi, insanın
temel haklarını sağlamak ve korumaktır. Bundan
dolayı da din, şu beş ilkenin korunmasını zorunlu olarak
talep eder. Dini korumak, aklı korumak, nesli korumak,
malı korumak ve nefsi korumak.
Dinin insan haklarıyla olan ilişkisinin mahiyetini dinin insana
olan bakış açısında bulmak mümkündür. İslam’ın insana
bakış açısını da Kur’an da tafsilatıyla anlatılan Adem’in
yani insanoğlunun yaradılış kıssasında bulabiliriz. Bu kıssanın
derin bir analizinde şu hususlarla karşılaşırız:
a. İnsan yeryüzünde halifedir. Bu husus Allah tarafından
açık bir şekilde beyan edilmiştir.
b. İnsan meleklerden üstün bir varlık olarak yaratılmıştır.
Bu üstünlüğün temel sebebi de ona bilginin verilmesi
yani bilgi elde etme aracı ve yöntemi olarak akıl ile donatılmasıdır.
c. İnsan eşrefi mahlukattır ve Allah’tan başkasına secde
etmeyen melekler ona secde etmekle yani ona hürmet
etmek ve saygı göstermekle emrolunmuşlardır
Adaletin ahlaki boyutu insan hayatının en önemli erdemlerinden
biridir. Kişi, hayatın tüm cephelerinde ahlaklı
olduğu sürece adaleti gerçekleştirmiş olur. Söz ve davranışlarında dengeyi elden bırakmayan, merhamet
vasfıyla donanarak herkese karşı iyilikte bulunan, kendi çıkarlarına sahip çıktığı kadar başkalarının da çıkarlarını koruyan kimse adaletin ahlaki boyutunu yaşatır.
Ebu Bekir Razi “Uğruna yaratıldığımız ve menziline
sürüklendiğimiz keyfiyet bedeni hazlar değildir, bilgi
ve adalettir. Bunlar bizim bu dünyadan kurtulup acının
da ölümün de olmadığı dünyaya intikalimizin yegâne
dayanağıdır.” diyerek bilgi ve adaleti, insanın varoluş
amacı olarak görmektedir.
Hukuk ve yargı alanı da tamamen adalet ilkesiyle varlığını devam ettirebilir. Toplumun herhangi bir bireyi haksızlığa uğradığı zaman bu haksızlığı ortadan kaldıracak yegâne merci hukuk ve yargıdır. Hukuk ve yargı kurumunun vazgeçilmez bir parçası olan şahitlik, adaletinden
şüphe edilmeyen şahit veya şahitlerin varlığıyla ayakta
kalır. Ayrıca adaletin sosyal boyutunun gerçekleştirilmesi
de hukuk ve yargının başlıca görevidir. Çünkü adalete giden yol, sosyal adaletten geçer.
Adalet; haklı ile haksızın ayırt edilmesi; haklıya hakkının verilmesi, kişilerin
hak ettikleri şeye sahip olabilmeleridir. Ayrıca kişinin kendine ait
mülkünde dilediği gibi tasarrufta bulunabilmesi, adaletin ve özgürlüğün
şartıdır. Bu bağlamda hemen açıklanması gereken ikinci kavram eşitliktir.
Eşitlik: bütün insanların eşit haklara sahip olduğunun kabulüdür. Hakka
saygı duyulması, başkasının hakkına müdahale edilmemesi adalet ilkesi
çerçevesinde doğan hakkın, hak sahiplerine verilmesidir.
Adaleti sadece, devlete (ya da otoriteye) ait bir şeymiş ve onun dışında uygulama alanı yokmuş gibi düşünmek, bu kvaramın ahlaki yönünü
görmezlikten gelmek demektir. Siyasi otoriteden adaleti isteyen ya da onu adaletsiz olmakla itham eden bireylerin kendi yaşamlarında, diğer insanlarla kurdukları ilişkilerde bu ahlaki ilkeye
riayet edip etmediklerine de bakmak gerekir
Kur’an-ı
Kerim’de adalet sıfatından yoksun olan kişi, dilsiz, aciz
ve hiçbir işe yaramayan, bunun da ötesinde sahibine yük
bir köleye benzetilerek şöyle tasvir edilmektedir: “Allah,
şu iki kişiyi de misal verir: Onlardan biri dilsizdir, hiçbir
şey beceremez ve efendisinin üstüne bir yüktür. Onu
nereye gönderirse bir hayır getiremez. Şimdi, bu adamla,
doğru yolda yürüyerek adaleti emreden kimse bir olur
mu?” (Nahl, 16/76)
İslam’da hak ve hakikate dayalı adalet ilkesi, bireyin hem
diğer insanlarla hem de kâinatla olan ilişkisini tespit ve
tayinde belirleyici unsur olmuştur. Nitekim insanlar arası
adaleti tesis etme hususunda Allah, akrabalık bağına,
kişilerin zengin ya da fakir olmalarına, dost ya da düşman
olmalarına bakılmaksızın hüküm verilmesini emretmektedir:
“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle
şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz
kin, sizi adil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu,
Allah’a karşı sorumluluk bilinci duymaya en yakın olan (davranış)tır. Ve Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. Şüphe yok ki Allah bütün yaptıklarınızdan
haberdardır.” (Maide, 5/8)
“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendini,
ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik
eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz)
zengin olsunlar, fakir olsunlar, Allah onlara (sizden)
daha yakındır. Hislerinize (heva ve hevesinize) uyup adaletten
sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik
etmez), yahut şahitlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki)
Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisa, 4/135)
insanlar arasında adil olmayan bir ilişki ve
tutum, Allah’ın rızasına ve İslam’a uygun
değildir. Çünkü Allah her şeyden evvel, bir şeye hüküm verildiği zaman adaletle hükmedilmesini ister. (Nahl,
16/90).
Adalet istemek, insanca bir şeydir. Fıtri kabiliyetleri olgunlaşmamış
birinin, mümin olmadan önce insan olması gerekir.
“(Öyle) Bir fitneden sakının ki, aranızdan yalnız haksızlık
edenlere erişmekle kalmaz (hepinize erişir). Bilin ki Allah’ın
azabı çetindir.” (8 Enfal / 25)
İnsanın yaptığı bütün iyilikler, kendisi içindir. Dünyada
mevcut bulunan imkânların, insanlar arasında adil olarak
paylaşılması halinde herkese yeteceği yatsınamıyacak bir gerçektir
a. İnsan yeryüzünde halifedir. Bu husus Allah tarafından
açık bir şekilde beyan edilmiştir.
b. İnsan meleklerden üstün bir varlık olarak yaratılmıştır.
Bu üstünlüğün temel sebebi de ona bilginin verilmesi
yani bilgi elde etme aracı ve yöntemi olarak akıl ile donatılmasıdır.
c. İnsan eşrefi mahlukattır ve Allah’tan başkasına secde
etmeyen melekler ona secde etmekle yani ona hürmet
etmek ve saygı göstermekle emrolunmuşlardır
. Yaptıklarından sorumlu bir varlık olan insan, hayatın tüm
alanlarını ilgilendiren haklarını kullanırken adaletten ayrılmamak
zorundadır. Adalet kavramı bu açıdan ele alındığında;
bu kavramın birbiriyle ilişkili farklı açılımlarının olduğu
görülür. Dolayısıyla adalet kavramının felsefi boyutunu,
siyaset boyutunu, ahlaki ve hukuki boyutunu göz önünde
bulundurarak değerlendirmek gerekir.
din için asıl olan amaç; insan-insan, insan- toplum
ve insan- iktidar arasındaki ilişkileri adalet ve ahlak
merkezli bir zeminde tesis etmektir.
İnsanın kendisine ve başkasına karşı görev ve sorumlulukları vardır. Dünyaya
gönderiliş sebebi olan kulluk bilinci bu görev ve sorumlulukları
yerine getirmeyi zorunlu kılmaktadır. Buna
göre yaşama ve yaşam için ihtiyaç duyulan temel haklar
kutsaldır, çiğnenemez. Haksız yere bir insanı öldüren
veya yeryüzünde bozgunculuk yapan kişi tüm insanlığı
öldürmüş gibidir.
Dinin amaç ve hedefi, insanın
temel haklarını sağlamak ve korumaktır. Bundan
dolayı da din, şu beş ilkenin korunmasını zorunlu olarak
talep eder. Dini korumak, aklı korumak, nesli korumak,
malı korumak ve nefsi korumak.
Dinin insan haklarıyla olan ilişkisinin mahiyetini dinin insana
olan bakış açısında bulmak mümkündür. İslam’ın insana
bakış açısını da Kur’an da tafsilatıyla anlatılan Adem’in
yani insanoğlunun yaradılış kıssasında bulabiliriz. Bu kıssanın
derin bir analizinde şu hususlarla karşılaşırız:
a. İnsan yeryüzünde halifedir. Bu husus Allah tarafından
açık bir şekilde beyan edilmiştir.
b. İnsan meleklerden üstün bir varlık olarak yaratılmıştır.
Bu üstünlüğün temel sebebi de ona bilginin verilmesi
yani bilgi elde etme aracı ve yöntemi olarak akıl ile donatılmasıdır.
c. İnsan eşrefi mahlukattır ve Allah’tan başkasına secde
etmeyen melekler ona secde etmekle yani ona hürmet
etmek ve saygı göstermekle emrolunmuşlardır
Adaletin ahlaki boyutu insan hayatının en önemli erdemlerinden
biridir. Kişi, hayatın tüm cephelerinde ahlaklı
olduğu sürece adaleti gerçekleştirmiş olur. Söz ve davranışlarında dengeyi elden bırakmayan, merhamet
vasfıyla donanarak herkese karşı iyilikte bulunan, kendi çıkarlarına sahip çıktığı kadar başkalarının da çıkarlarını koruyan kimse adaletin ahlaki boyutunu yaşatır.
Ebu Bekir Razi “Uğruna yaratıldığımız ve menziline
sürüklendiğimiz keyfiyet bedeni hazlar değildir, bilgi
ve adalettir. Bunlar bizim bu dünyadan kurtulup acının
da ölümün de olmadığı dünyaya intikalimizin yegâne
dayanağıdır.” diyerek bilgi ve adaleti, insanın varoluş
amacı olarak görmektedir.
Hukuk ve yargı alanı da tamamen adalet ilkesiyle varlığını devam ettirebilir. Toplumun herhangi bir bireyi haksızlığa uğradığı zaman bu haksızlığı ortadan kaldıracak yegâne merci hukuk ve yargıdır. Hukuk ve yargı kurumunun vazgeçilmez bir parçası olan şahitlik, adaletinden
şüphe edilmeyen şahit veya şahitlerin varlığıyla ayakta
kalır. Ayrıca adaletin sosyal boyutunun gerçekleştirilmesi
de hukuk ve yargının başlıca görevidir. Çünkü adalete giden yol, sosyal adaletten geçer.
Adalet; haklı ile haksızın ayırt edilmesi; haklıya hakkının verilmesi, kişilerin
hak ettikleri şeye sahip olabilmeleridir. Ayrıca kişinin kendine ait
mülkünde dilediği gibi tasarrufta bulunabilmesi, adaletin ve özgürlüğün
şartıdır. Bu bağlamda hemen açıklanması gereken ikinci kavram eşitliktir.
Eşitlik: bütün insanların eşit haklara sahip olduğunun kabulüdür. Hakka
saygı duyulması, başkasının hakkına müdahale edilmemesi adalet ilkesi
çerçevesinde doğan hakkın, hak sahiplerine verilmesidir.
Adaleti sadece, devlete (ya da otoriteye) ait bir şeymiş ve onun dışında uygulama alanı yokmuş gibi düşünmek, bu kvaramın ahlaki yönünü
görmezlikten gelmek demektir. Siyasi otoriteden adaleti isteyen ya da onu adaletsiz olmakla itham eden bireylerin kendi yaşamlarında, diğer insanlarla kurdukları ilişkilerde bu ahlaki ilkeye
riayet edip etmediklerine de bakmak gerekir
Kur’an-ı
Kerim’de adalet sıfatından yoksun olan kişi, dilsiz, aciz
ve hiçbir işe yaramayan, bunun da ötesinde sahibine yük
bir köleye benzetilerek şöyle tasvir edilmektedir: “Allah,
şu iki kişiyi de misal verir: Onlardan biri dilsizdir, hiçbir
şey beceremez ve efendisinin üstüne bir yüktür. Onu
nereye gönderirse bir hayır getiremez. Şimdi, bu adamla,
doğru yolda yürüyerek adaleti emreden kimse bir olur
mu?” (Nahl, 16/76)
İslam’da hak ve hakikate dayalı adalet ilkesi, bireyin hem
diğer insanlarla hem de kâinatla olan ilişkisini tespit ve
tayinde belirleyici unsur olmuştur. Nitekim insanlar arası
adaleti tesis etme hususunda Allah, akrabalık bağına,
kişilerin zengin ya da fakir olmalarına, dost ya da düşman
olmalarına bakılmaksızın hüküm verilmesini emretmektedir:
“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle
şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz
kin, sizi adil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu,
Allah’a karşı sorumluluk bilinci duymaya en yakın olan (davranış)tır. Ve Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. Şüphe yok ki Allah bütün yaptıklarınızdan
haberdardır.” (Maide, 5/8)
“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendini,
ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik
eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz)
zengin olsunlar, fakir olsunlar, Allah onlara (sizden)
daha yakındır. Hislerinize (heva ve hevesinize) uyup adaletten
sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik
etmez), yahut şahitlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki)
Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisa, 4/135)
insanlar arasında adil olmayan bir ilişki ve
tutum, Allah’ın rızasına ve İslam’a uygun
değildir. Çünkü Allah her şeyden evvel, bir şeye hüküm verildiği zaman adaletle hükmedilmesini ister. (Nahl,
16/90).
Prof. Dr. mehmet Altan'dan ilginç yorum
Prof. Dr. mehmet Altan'dan ilginç yorum: "Bence AKP’ye kalsa Ergenekon kapanır bile. AK Parti’yi aşan bir irade Ergenekon’un peşinde." İŞte Altan'ın tespitleri:
19 Nisan 2009 16:10
Sanem ALTAN'ın röportajı
Ergenekon davasının 12’nci dalgasında evi aranan Prof. Dr. Türkan Saylan’la ilgili siz ne dediniz? Tuhaf bir kızgınlık ve nefretle kınayıp duruyorlar sizi ama ne dediğinizi izlemiş bir kişi bile görmedim henüz.
Vicdan sahibi hiç kimse Türkan Saylan’ın o resmini gördüğünde başka bir şeyi önemsemez. Ben babayım, ben hocayım, ayrıca insanlığın ne olduğunun sırrını anlamaya çalışan, çaba içinde geçirilen belirli bir yaşın sahibiyim. O resmi görüp de buna ‘Oh olsun’ diyecek hiç kimse yoktur. Ben de böyle bir şey demedim. Çarşamba günkü yazımın altına not koydum, ne dediğimi televizyon kanalından birebir alarak. Ama çok alçak, hayasız bir psikolojik bir savaş var. Bunu kamuoyuna değil ama gazetelere servis eden bir mekanizma var. Bunun dışında dinlediklerini yargılamak üzere dinleyen, iyi niyetli ama kamplaşmış insanlar var. O yüzden böyle laflar dolaşıyor. Önemsemiyorum. Sen de önemseme. Bu tür yalanlar, iftiralar hep olacak. Bu aslında biraz da çaresizliklerini gösteriyor. Yalandan başka sığınacak bir yer bulamıyorlar.
ZİRVE YAYINEVİ İÇİN NEDEN HİÇ SES ÇIKARMADILAR?
Peki bu düşmanlıklar canınızı sıkmıyor mu?
Türkiye statükonun bütün tahminlerinin çok ötesinde değişime hazır, değişim talebi var. Ayrıca devletin içinde çok ciddi bir irade, değişimi destekliyor. MİT’in 80’inci yılındaki küreselleşmeyle ilgili saptamaları Genelkurmay’dan çok daha ileri noktadaydı. Dünya dinamikleri var. O yüzden canım sıkılmaz benim, merak etme. Hayatımın hiçbir zamanında olmadığı kadar paylaşım yaşıyorum. Gerisi, kendimi övmeye girer, burada keseyim. Düşmanlık yapanlar hep aynı odaktır. Binbir kılık içine girer ama halkın sağduyusu tarafından keşfedilir. Ve hiçbir zaman gerçek bir varlığa kavuşamazlar. O yüzden hiçbir düşmanlığı kaale de almam, ciddiye de... Bunların çeşitli maskeleri olan aynı adamlar olduğunu bilirim. Adresleri de statükodur.
Ergenekon’un 12’nci dalgasında üniversite rektörleri, hocaları göz altına alındı. Gözaltıların üniversitelere sıçrayacağını tahmin ediyor muydunuz? Yoksa şaşırdınız mı?
Türkan Saylan’ın resmi hepimizin vicdanını yaralayan bir resimdi ama o resmin arkasına gizlenip herkesi suçsuz ilân etme kurnazlığının da anlamı yok. Çünkü Ceza Kanunu değişti. Eskiden şüphelendiği adamı alırdı polis, döve döve işlemediği suçu kabul ettirirdi. Şimdi delil bulunmadan sanığa gidilmiyor. O yüzden sukûnetle bir bakmak lazım meselelere. Ayrıca sanıklardan birinin (Erol Manisalı) Ergenekon sanığı Levent Ersöz’le kameraya çekilmiş bir konuşması var. Onlara darbe tekniklerini öğretiyor. Bir hoca Jandarma Komutanlığı’nın başındaki bir askerle niye görüşür ve ona niye darbe aklı verir? Türkan Saylan’ın sağlık durumu vicdanlarımızı nasıl rahatsız ettiyse, bir hocanın bu ilişkileri de rahatsız etmeli. Bu yapılanlar bana ‘Vicdanlar farklı mı çalışıyor?’ sorusunu sorduruyor. Saylan için ayağa kalkanların neden Zirve Kitabevi’ndeki vahşete sesini çıkarmadığını sorduruyor. Yoksa aslında vicdanınız yok da Ergenekon’u kapatmak için mi vicdanınız var numarası yapıyorsunuz? Devlet o toplumun en üst örgütüdür. Bizde devletin olduğu her yerde paralel bir devlet daha var. O da Ergenekon Devleti... Bu dava devletin Soğuk Savaş devletini tasviye hareketi. Bunu engellemeye çalışıyorlar.
Ergenekon sanığı Kemal Alemdaroğlu döneminde de İstanbul Üniversitesi’nde hocaydınız, sizin rektörünüzdü...
Kemal Alemdaroğlu benim rektörüm hiçbir zaman olmadı ama İstanbul Üniversitesi’nin rektörüydü. Sonra Ergenekon sanığı olarak gördüm kendisini... Onun döneminde ayrılan arkadaşlar oldu, ama ben pes etmek yerine pes ettirmeyi seven biriyim. Yemin ettim. Beni tanımayan ama benimle uğraşan, bana bilgisayar vermeyecek kadar küçülen birisinin gitmesinden önce gitmemek üzerine yemin ettim. İsimler hiç şaşırtmadı tabii ki. Ama olaya isimler üzerinden değil, kurumlar üzerinden bakalım. 12 Eylül Askeri Darbesi 1402’likler diye bir şey oluşturdu. Koskoca bir hoca grubunu üniversiteden attı. En parlak hocalarıydı üniversitelerin. Kim attı bunları? Diğer hocalar. Demek ki askeriyeyle işbirliği yaparak en parlak hocaları atan birileri var üniversitelerde... Niye darbeye karşı çıkmadı da, arkadaşlarının atılmasına göz yumdu o hocalar, rektörler, dekanlar? Laiklik dışında hiçbir şeye hassasiyetlerini görmedim. Çağdaş bir dünyadan yanaysa üniversite, 27 Nisan e-muhtırası askeri iradenin, Meclis’e anayasal suç işleyerek müdahalesiydi. Niye üniversiteler bildiri yayınlamadı, ‘Bu kabul edilemez’ diye. Laiklik olunca çok ilericiler de askeri müdahale olunca niye bu kadar sağır, kör ve dilsizler? Demek ki bu kurumlardaki bazı kişilerin askerle büyük yakınlıkları var. Bu kişiler yeryüzünün bilimsel kalelerinin şövalyeleri değil, kışla-cami kavgasındaki kışladan yana memurlardır anlayış olarak. Bu anlayış yüzünden giderek üniversite olmaktan çıkan kurumlar olarak duruyoruz.
Bu gözaltına alınmalarda usulen yapılan yanlışlar var. Sürekli bunlar tartışıldığı için de Ergenekon Davası’nda her gözaltına alınan haksızlığa uğruyor gibi bir inanç oluşuyor.
Ben Ergenekon’un çok önemli olduğuna inanıyorum. Ama ceza muhakemelerine aykırı, vicdanı rahatsız eden şeyler de yapılmasını istemiyorum.Türkan Saylan’ın görüntülerinin hepimizin vicdanını doğrudan rahatsız edeceğini bile bile bu iş yapılıyorsa acaba bunu göze almalarını gerektiren, bilmediğimiz bir şeyler mi var diye merak ediyorum. En kısa sürede bir açıklama yapılması lazım. Saylan’ın görüntüleri herkesi yaraladı. Ya özür dilemeliler ya kendi nedenlerini açıklamalılar.
G.Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un son konuşmasını nasıl buldunuz?
O metnin içinden bir şey bulup çıkaramadım. Her şeyin tersini de barındıran bir metin o. Bir taraftan AB üyesi, öte taraftar ulus-devlet olamazsın. Türkiye’nin ölçüsü AB’dir. Ulus-devlet değil. Çünkü Anayasamızın 90. maddesinin son fıkrası Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin aldığı bütün kararları kendi hukukunun üstünde tutuyor. Zaten ulus-devleti aşmışsın sen Anayasa’nda bu değişikliği yaparken. Benim ordudan beklediğim çağdaş demokrasilere saygı göstermesi, siyasete hiç bulaşmadan kendi konumunu kabullenip savunma üstüne yapması konuşmasını.
İLKER BAŞBUĞ TAM BİR SİYASETÇİ GİBİ KONUŞTU
Siyasi bir konuşma mıydı?
Tamamen siyasi. Ayrıca tabii dehşete düştüm. Bir gazeteci, bunu parlamentonun, Büyük Millet Meclis Başkanı’na sorup yorumlatıyor. Genelkurmay Başkanı’nın açılımlarını nasıl bulduğunu parlamento başkanına sormayı normal karşılıyor. O da cevap veriyor. Demokrasinin ne olduğunu bilen bir adam için dehşet verici bunlar. Bu insanlarla, kurumlarla ilgili bir şey değil. Ben çağdaş demokrasi kurallarıyla çelişen yanlışları eleştiriyorum. Bunun insanlarla, şahıslarla, kurumlarla, orduyla, Genelkurmay’la, Genelkurmay Başkanı’yla ilgisi yok. Benim derdim yapılan yanlışlarla. Ben Türk’e göre bir uygulamanın, Türk’e göre bir ilkenin, Türk’e göre bir anlayışın kabul edilmesini hiçbir zaman içime sindirmedim. Onun için hep dünya vatandaşlığı diyorum, AB diyorum. Yoksa Türkiye’ye göre uygulamalar yapıldığı vakit, dünya standartlarından öyle sapmalar gösteriyor ki bunları bu ülke insanlarının aşağılanma, hakaret olarak kabul etmesi gerekir.
Ama herkes ‘Çok olumlu bir gelişme’ diyor. Buna katılır mısınız?
Çünkü buradaki ölçü dünyadaki demokrasilerin nasıl işlediği, halk iradesi, halk egemenliği, parlamento, siyaset falan değil. Askerin kendisi ölçü olunca, ölçü olan da biraz olumlu kımıldayınca “Harika” diye bağırıyorlar. Dünya standartlarını ölçü almayıp, askeri ölçü aldığınızda her türlü yorum da askerin hareketine göre oluyor. Halbuki burada ölçü alınmaması gereken şey askerin siyasetle ilgisi. Çünkü kastettikleri şey, buranın tek bir patronu vardır. O da askeriyedir. Hiçbir kurumu aslında hiç kimse ciddiye almıyor, asker dışında. Tek standardın asker olarak kabul edildiği ve bunu ortaklaşa içimize sindirdiğimiz, bir realite olarak gördüğümüz özünde çok da rahatsızlık duymadığımız bir ortak algı var. Onun için de 2 saatlik konuşmayı, büyük kalabalık dinliyor.
Kürt sorunuyla ilgili olumlu gelişme diyebileceğimiz bir konuşma değil miydi?
Kürtler’in talepleri, Atatürk’ün buna “Türkiye halkı” demesiyle ilgili değil. Yani oradaki “millet” lafı önemli. Bir kere demokrasilerde parlamento dururken bunları askerin açılımına göre değerlendirmek yanlış. Ama bu yanlışı tartışacaksak da mesele bir Kürt’ün “Ben Türk milletinden değilim” diye bas bas bağırmasıyla ilgili. Yani ona “Türkiye halkı” dedin diye sorun çözülmüyor. Siz “Türk milleti” dediğiniz vakit Kürtler “Biz Türk milletinden değiliz, başka bir milletiz” diyor. Onu çözecek mesele de Atatürk’ün deyişleri, yahut halkın başındaki Türkiye lafı değil, temel hak ve özgürlüklere göre çağdaş demokrasi. Yani mesela 66. maddede Anayasa’nın vatandaşlık tanımlaması var. Burada TC vatandaşlarının hepsinin Türk olduğu yazıyor. Halbuki TC vatandaşlarının hepsinin buranın yurttaşı olduğunu söylemek yeterlidir. İlla bir Türk’tür, Kürttür, vesairedir vurgusu yapmaya gerek yok. Vatandaşlık hukuksal bir bağ, niye biz bu hukuksal bağın içine başka aidiyet koyuyoruz. Onun aidiyeti hukukla başlıyor, hukukla bitiyor. Sen içine bir ırk koyduğun vakit bu rahatsız ediyor. O çözümün neden bu kadar üstüne atladılar anlayamadım. Yani halkla millet ayrı şeyler. Orada önemli olan halkın ne olduğu değil, milleti nasıl tanımladığı. Mesele burada odaklanıyor. Onda da hiçbir değişiklik yok. Halkın içinde çok çeşitli milletlerden de adamlar olabilir. Ama millet tanımı dediğin vakit bunu dışlıyor.
Konuşmayı dinlerken tam olarak neye dikkat ettiniz? Konuşmanın sizi etkileyecek hiçbir yanı olmadı mı?
Bu konuşmayı dinlerken Türkiye’nin kendi çıkarları doğrultusunda sorunlarını çözüp çözemeyeceğine, uluslararası desteği kendi çıkarına kullanıp kullanamayacağına baktım. Ama oradaki performans, hükümetin daha sonraki beyanları, şu anda Türkiye’nin sevk ve idaresini sağlayanların sorunları barışçıl yönde çözme, rahatlatma, enerjiyi tüketmeme konusunda gereken demokratik bir radikalizmden uzak olduğunu gösteriyor. Bundan da ürküyorum. Çünkü kendi kadrolarımız bunu başaramazsa dünya sistemi bizi hırpalayarak bunu yapacak. Bundan ürkerim. Bu gerçekleri algılamış bir konuşma değildi o. Daha sofistike, daha nitelikli, daha çağdaş, daha dünyalı, daha tutarlı bir ordu istiyor artık insan.
Olumlu hiçbir şey yok mu peki?
Türkiye’yi ölçü alırsan, Türk ordusunu patron kabul edersen ve bütün hayatın analizlerini, askeriye üzerinden yaparsan evet her şey biraz daha esnemiş, olumlu, demokrasi daha çok telaffuz ediliyor. Pollyannacılık oynadığın zaman olumlu şeyler var. Sen Kürt meselesini Türkiye halkı diye yaklaşarak çözersen, 27 Nisan muhtırasında da “Ne mutlu Türküm diyene demeyen vatan hainidir” demenin de özeleştiri yapacaksın. O orada duruyor çünkü.
Siz de ilk defa davet ediliyorsunuz Genelkurmay toplantısına değil mi? Şaşırdınız mı buna?
Bu işleri kişisel olarak değerlendirmem. AB standartlarında bir demokrasiden, askerin AB standartlarına uygun bir noktada durmasından yanayım. Yani bunu talep etmeye devam ederken beni çağırırlarsa tavrım da, görüşüm de değişmez. Çağırmazlarsa da değişmez. Bunu AB standartlarında bir demokrasi özlemiş birisinin eleştirileri olarak algılamak lazım. Genelkurmay’ın odağında bir hayatı, bu anlayışı, toplantıyı 7-8 kanalın canlı yayınlamasını, askeri ceza kanununa göre hiçbir askerin siyasi demeç vermemesi gerektiğini bildiğimiz halde alkışlarla karşılanan bir konuşmayı normal buluyoruz. Türkiye’nin standartlarının, zenginliğinin, özgürlüğünün, refahının, kurallarının, ilkelerinin çağdaş bir ölçüye gelmesi gerektiğine inanan ve bunun peşinde koşan birisiyim. Ama bu toplantı da gösterdi ki Türkiye bundan çok uzak.
AKP, Obama’nın istediği çizgiye oturabilmiş değil...
“Amerika, Müslüman bir ülkenin demokrat olabileceğini ispata çalışıyor. Zengin, özgür, AB standarlarına kavuşmuş bir Müslüman ülke olmasını istiyor. Müslümanlıkla demokratlığı bir arada AB standartlarında götürebilirsek, ağzımızdan burnumuzdan tereyağı fışkıracak, emsal bir ülke olacağız. Ortadoğu’nun ve Kafkaslar’ın yıldızı haline dönüşeceğiz. Obama’nın Müslüman laik vurgusu sürekli yapmasının nedeni bu. AKP maalesef muhafazakârlıkla demokratlığı her zaman dengede tutabilen bir parti değil. Obama da halen ondan medet ummakla beraber düzelmesi için mesajlar veriyor. Şu an bilgisayarcıların iktidarı Amerika’da. Bunlar çatışma istemiyor. Herkesin kendi sorununu çözmesini, bir yandan da kendini geliştirmesi, bilgisayarlara kayıt oluşturması, kalkınması, zenginleşmesini istiyorlar. İleri teknolojilere talep yaratmasını istiyorlar. “
12 Eylül sonrası üniversiteler garnizona döndü
Üniversitede hoca olmaktan sıkıldığınız oldu mu hiç?
Giderek nitelik kaybediyor üniversiteler. Altın darbeyi zaten 12 Eylül vurmuştu. Garnizonun parçası haline getirdi üniversiteleri. Kışlanın sivil uzantısı haline gelmiş hepsi. Yerel olmaz üniversite. Benim için aşktır üniversite. O aşkı yaşayamadım. Bireysel zorluk çok yaşamadım ama uluslararası bir ölçüyü, zarafeti, letafeti, inceliği bir yangın yerinde arar gibi hissettim hep kendimi.
İncirlik Üssü’nü protesto etmeyen ulusalcı olur mu?
Darbe yapmak isteyenlerin ya da kendini ulusalcı diye tanımlayanların aslında ne istediklerini anlamaya çalıştınız mı hiç? Bir ulusalcı ne ister?
Gerçekten ulusalcıysa biri nasıl olur da yıllardır orada duran İncirlik Askeri Üssü’nü merak etmez? Orada ne oluyor bilen var mı? Neden acaba kaldırmak için kampanya yapmıyorlar? Türk insanının yaşam kalitesininin, refahının, özgürlüğünün gelişmesini istemeyen, bilim ve teknoloji üretiminden bahsetmeyen, patent sayısını artırmayı hedeflemeyen ulusalcılık sadece sömürge arayışı olabilir. Askerin patent sayısı üzerine konuşmasını çok isterim. Modernitenin taşıyıcısının askeriye olduğunu söyledi Genelkurmay Başkanı... Oysa bunun taşıyıcısı her yerde burjuvazidir.
AKP’ye kalsa Ergenekon çoktan kapanırdı ama bu iş onları aştı
AKP karşıtlarının savunduğu bir mesele haline döndü Ergenekon. AKP gerçekten Ergenekon’un üstüne gidiyor mu sizce?
Bence AKP’ye kalsa Ergenekon kapanır bile. AK Parti’yi aşan bir irade Ergenekon’un peşinde. Siyaset kurumuyla askeri kurumların anlaşmasını önleyen başka bir irade çalışıyor. AKP’nin de onayı var ayrıca. Ama onaylamasalar bile bu iş sürecek gibi gözüküyor. Çünkü herkes paralel devletini temizledi Türkiye temizlemedi, Güneydoğu’da kullandı. Ve hastalandı Türkiye. Dünya sistemi Ergenekon’u tasfiye ederek Türkiye’yi tedavi ediyor. Ama bunu kendi kendimize yaparak iyileşmemizi istiyorlar. Burası NATO ülkesi. Burada NATO’nun ve Amerika Birleşik Devletleri’nin istemediği hiçbir darbe olmaz. Bu sefer darbeyi yapamadılar, çünkü Amerika istemedi.
(Vatan)
19 Nisan 2009 16:10
Sanem ALTAN'ın röportajı
Ergenekon davasının 12’nci dalgasında evi aranan Prof. Dr. Türkan Saylan’la ilgili siz ne dediniz? Tuhaf bir kızgınlık ve nefretle kınayıp duruyorlar sizi ama ne dediğinizi izlemiş bir kişi bile görmedim henüz.
Vicdan sahibi hiç kimse Türkan Saylan’ın o resmini gördüğünde başka bir şeyi önemsemez. Ben babayım, ben hocayım, ayrıca insanlığın ne olduğunun sırrını anlamaya çalışan, çaba içinde geçirilen belirli bir yaşın sahibiyim. O resmi görüp de buna ‘Oh olsun’ diyecek hiç kimse yoktur. Ben de böyle bir şey demedim. Çarşamba günkü yazımın altına not koydum, ne dediğimi televizyon kanalından birebir alarak. Ama çok alçak, hayasız bir psikolojik bir savaş var. Bunu kamuoyuna değil ama gazetelere servis eden bir mekanizma var. Bunun dışında dinlediklerini yargılamak üzere dinleyen, iyi niyetli ama kamplaşmış insanlar var. O yüzden böyle laflar dolaşıyor. Önemsemiyorum. Sen de önemseme. Bu tür yalanlar, iftiralar hep olacak. Bu aslında biraz da çaresizliklerini gösteriyor. Yalandan başka sığınacak bir yer bulamıyorlar.
ZİRVE YAYINEVİ İÇİN NEDEN HİÇ SES ÇIKARMADILAR?
Peki bu düşmanlıklar canınızı sıkmıyor mu?
Türkiye statükonun bütün tahminlerinin çok ötesinde değişime hazır, değişim talebi var. Ayrıca devletin içinde çok ciddi bir irade, değişimi destekliyor. MİT’in 80’inci yılındaki küreselleşmeyle ilgili saptamaları Genelkurmay’dan çok daha ileri noktadaydı. Dünya dinamikleri var. O yüzden canım sıkılmaz benim, merak etme. Hayatımın hiçbir zamanında olmadığı kadar paylaşım yaşıyorum. Gerisi, kendimi övmeye girer, burada keseyim. Düşmanlık yapanlar hep aynı odaktır. Binbir kılık içine girer ama halkın sağduyusu tarafından keşfedilir. Ve hiçbir zaman gerçek bir varlığa kavuşamazlar. O yüzden hiçbir düşmanlığı kaale de almam, ciddiye de... Bunların çeşitli maskeleri olan aynı adamlar olduğunu bilirim. Adresleri de statükodur.
Ergenekon’un 12’nci dalgasında üniversite rektörleri, hocaları göz altına alındı. Gözaltıların üniversitelere sıçrayacağını tahmin ediyor muydunuz? Yoksa şaşırdınız mı?
Türkan Saylan’ın resmi hepimizin vicdanını yaralayan bir resimdi ama o resmin arkasına gizlenip herkesi suçsuz ilân etme kurnazlığının da anlamı yok. Çünkü Ceza Kanunu değişti. Eskiden şüphelendiği adamı alırdı polis, döve döve işlemediği suçu kabul ettirirdi. Şimdi delil bulunmadan sanığa gidilmiyor. O yüzden sukûnetle bir bakmak lazım meselelere. Ayrıca sanıklardan birinin (Erol Manisalı) Ergenekon sanığı Levent Ersöz’le kameraya çekilmiş bir konuşması var. Onlara darbe tekniklerini öğretiyor. Bir hoca Jandarma Komutanlığı’nın başındaki bir askerle niye görüşür ve ona niye darbe aklı verir? Türkan Saylan’ın sağlık durumu vicdanlarımızı nasıl rahatsız ettiyse, bir hocanın bu ilişkileri de rahatsız etmeli. Bu yapılanlar bana ‘Vicdanlar farklı mı çalışıyor?’ sorusunu sorduruyor. Saylan için ayağa kalkanların neden Zirve Kitabevi’ndeki vahşete sesini çıkarmadığını sorduruyor. Yoksa aslında vicdanınız yok da Ergenekon’u kapatmak için mi vicdanınız var numarası yapıyorsunuz? Devlet o toplumun en üst örgütüdür. Bizde devletin olduğu her yerde paralel bir devlet daha var. O da Ergenekon Devleti... Bu dava devletin Soğuk Savaş devletini tasviye hareketi. Bunu engellemeye çalışıyorlar.
Ergenekon sanığı Kemal Alemdaroğlu döneminde de İstanbul Üniversitesi’nde hocaydınız, sizin rektörünüzdü...
Kemal Alemdaroğlu benim rektörüm hiçbir zaman olmadı ama İstanbul Üniversitesi’nin rektörüydü. Sonra Ergenekon sanığı olarak gördüm kendisini... Onun döneminde ayrılan arkadaşlar oldu, ama ben pes etmek yerine pes ettirmeyi seven biriyim. Yemin ettim. Beni tanımayan ama benimle uğraşan, bana bilgisayar vermeyecek kadar küçülen birisinin gitmesinden önce gitmemek üzerine yemin ettim. İsimler hiç şaşırtmadı tabii ki. Ama olaya isimler üzerinden değil, kurumlar üzerinden bakalım. 12 Eylül Askeri Darbesi 1402’likler diye bir şey oluşturdu. Koskoca bir hoca grubunu üniversiteden attı. En parlak hocalarıydı üniversitelerin. Kim attı bunları? Diğer hocalar. Demek ki askeriyeyle işbirliği yaparak en parlak hocaları atan birileri var üniversitelerde... Niye darbeye karşı çıkmadı da, arkadaşlarının atılmasına göz yumdu o hocalar, rektörler, dekanlar? Laiklik dışında hiçbir şeye hassasiyetlerini görmedim. Çağdaş bir dünyadan yanaysa üniversite, 27 Nisan e-muhtırası askeri iradenin, Meclis’e anayasal suç işleyerek müdahalesiydi. Niye üniversiteler bildiri yayınlamadı, ‘Bu kabul edilemez’ diye. Laiklik olunca çok ilericiler de askeri müdahale olunca niye bu kadar sağır, kör ve dilsizler? Demek ki bu kurumlardaki bazı kişilerin askerle büyük yakınlıkları var. Bu kişiler yeryüzünün bilimsel kalelerinin şövalyeleri değil, kışla-cami kavgasındaki kışladan yana memurlardır anlayış olarak. Bu anlayış yüzünden giderek üniversite olmaktan çıkan kurumlar olarak duruyoruz.
Bu gözaltına alınmalarda usulen yapılan yanlışlar var. Sürekli bunlar tartışıldığı için de Ergenekon Davası’nda her gözaltına alınan haksızlığa uğruyor gibi bir inanç oluşuyor.
Ben Ergenekon’un çok önemli olduğuna inanıyorum. Ama ceza muhakemelerine aykırı, vicdanı rahatsız eden şeyler de yapılmasını istemiyorum.Türkan Saylan’ın görüntülerinin hepimizin vicdanını doğrudan rahatsız edeceğini bile bile bu iş yapılıyorsa acaba bunu göze almalarını gerektiren, bilmediğimiz bir şeyler mi var diye merak ediyorum. En kısa sürede bir açıklama yapılması lazım. Saylan’ın görüntüleri herkesi yaraladı. Ya özür dilemeliler ya kendi nedenlerini açıklamalılar.
G.Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un son konuşmasını nasıl buldunuz?
O metnin içinden bir şey bulup çıkaramadım. Her şeyin tersini de barındıran bir metin o. Bir taraftan AB üyesi, öte taraftar ulus-devlet olamazsın. Türkiye’nin ölçüsü AB’dir. Ulus-devlet değil. Çünkü Anayasamızın 90. maddesinin son fıkrası Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin aldığı bütün kararları kendi hukukunun üstünde tutuyor. Zaten ulus-devleti aşmışsın sen Anayasa’nda bu değişikliği yaparken. Benim ordudan beklediğim çağdaş demokrasilere saygı göstermesi, siyasete hiç bulaşmadan kendi konumunu kabullenip savunma üstüne yapması konuşmasını.
İLKER BAŞBUĞ TAM BİR SİYASETÇİ GİBİ KONUŞTU
Siyasi bir konuşma mıydı?
Tamamen siyasi. Ayrıca tabii dehşete düştüm. Bir gazeteci, bunu parlamentonun, Büyük Millet Meclis Başkanı’na sorup yorumlatıyor. Genelkurmay Başkanı’nın açılımlarını nasıl bulduğunu parlamento başkanına sormayı normal karşılıyor. O da cevap veriyor. Demokrasinin ne olduğunu bilen bir adam için dehşet verici bunlar. Bu insanlarla, kurumlarla ilgili bir şey değil. Ben çağdaş demokrasi kurallarıyla çelişen yanlışları eleştiriyorum. Bunun insanlarla, şahıslarla, kurumlarla, orduyla, Genelkurmay’la, Genelkurmay Başkanı’yla ilgisi yok. Benim derdim yapılan yanlışlarla. Ben Türk’e göre bir uygulamanın, Türk’e göre bir ilkenin, Türk’e göre bir anlayışın kabul edilmesini hiçbir zaman içime sindirmedim. Onun için hep dünya vatandaşlığı diyorum, AB diyorum. Yoksa Türkiye’ye göre uygulamalar yapıldığı vakit, dünya standartlarından öyle sapmalar gösteriyor ki bunları bu ülke insanlarının aşağılanma, hakaret olarak kabul etmesi gerekir.
Ama herkes ‘Çok olumlu bir gelişme’ diyor. Buna katılır mısınız?
Çünkü buradaki ölçü dünyadaki demokrasilerin nasıl işlediği, halk iradesi, halk egemenliği, parlamento, siyaset falan değil. Askerin kendisi ölçü olunca, ölçü olan da biraz olumlu kımıldayınca “Harika” diye bağırıyorlar. Dünya standartlarını ölçü almayıp, askeri ölçü aldığınızda her türlü yorum da askerin hareketine göre oluyor. Halbuki burada ölçü alınmaması gereken şey askerin siyasetle ilgisi. Çünkü kastettikleri şey, buranın tek bir patronu vardır. O da askeriyedir. Hiçbir kurumu aslında hiç kimse ciddiye almıyor, asker dışında. Tek standardın asker olarak kabul edildiği ve bunu ortaklaşa içimize sindirdiğimiz, bir realite olarak gördüğümüz özünde çok da rahatsızlık duymadığımız bir ortak algı var. Onun için de 2 saatlik konuşmayı, büyük kalabalık dinliyor.
Kürt sorunuyla ilgili olumlu gelişme diyebileceğimiz bir konuşma değil miydi?
Kürtler’in talepleri, Atatürk’ün buna “Türkiye halkı” demesiyle ilgili değil. Yani oradaki “millet” lafı önemli. Bir kere demokrasilerde parlamento dururken bunları askerin açılımına göre değerlendirmek yanlış. Ama bu yanlışı tartışacaksak da mesele bir Kürt’ün “Ben Türk milletinden değilim” diye bas bas bağırmasıyla ilgili. Yani ona “Türkiye halkı” dedin diye sorun çözülmüyor. Siz “Türk milleti” dediğiniz vakit Kürtler “Biz Türk milletinden değiliz, başka bir milletiz” diyor. Onu çözecek mesele de Atatürk’ün deyişleri, yahut halkın başındaki Türkiye lafı değil, temel hak ve özgürlüklere göre çağdaş demokrasi. Yani mesela 66. maddede Anayasa’nın vatandaşlık tanımlaması var. Burada TC vatandaşlarının hepsinin Türk olduğu yazıyor. Halbuki TC vatandaşlarının hepsinin buranın yurttaşı olduğunu söylemek yeterlidir. İlla bir Türk’tür, Kürttür, vesairedir vurgusu yapmaya gerek yok. Vatandaşlık hukuksal bir bağ, niye biz bu hukuksal bağın içine başka aidiyet koyuyoruz. Onun aidiyeti hukukla başlıyor, hukukla bitiyor. Sen içine bir ırk koyduğun vakit bu rahatsız ediyor. O çözümün neden bu kadar üstüne atladılar anlayamadım. Yani halkla millet ayrı şeyler. Orada önemli olan halkın ne olduğu değil, milleti nasıl tanımladığı. Mesele burada odaklanıyor. Onda da hiçbir değişiklik yok. Halkın içinde çok çeşitli milletlerden de adamlar olabilir. Ama millet tanımı dediğin vakit bunu dışlıyor.
Konuşmayı dinlerken tam olarak neye dikkat ettiniz? Konuşmanın sizi etkileyecek hiçbir yanı olmadı mı?
Bu konuşmayı dinlerken Türkiye’nin kendi çıkarları doğrultusunda sorunlarını çözüp çözemeyeceğine, uluslararası desteği kendi çıkarına kullanıp kullanamayacağına baktım. Ama oradaki performans, hükümetin daha sonraki beyanları, şu anda Türkiye’nin sevk ve idaresini sağlayanların sorunları barışçıl yönde çözme, rahatlatma, enerjiyi tüketmeme konusunda gereken demokratik bir radikalizmden uzak olduğunu gösteriyor. Bundan da ürküyorum. Çünkü kendi kadrolarımız bunu başaramazsa dünya sistemi bizi hırpalayarak bunu yapacak. Bundan ürkerim. Bu gerçekleri algılamış bir konuşma değildi o. Daha sofistike, daha nitelikli, daha çağdaş, daha dünyalı, daha tutarlı bir ordu istiyor artık insan.
Olumlu hiçbir şey yok mu peki?
Türkiye’yi ölçü alırsan, Türk ordusunu patron kabul edersen ve bütün hayatın analizlerini, askeriye üzerinden yaparsan evet her şey biraz daha esnemiş, olumlu, demokrasi daha çok telaffuz ediliyor. Pollyannacılık oynadığın zaman olumlu şeyler var. Sen Kürt meselesini Türkiye halkı diye yaklaşarak çözersen, 27 Nisan muhtırasında da “Ne mutlu Türküm diyene demeyen vatan hainidir” demenin de özeleştiri yapacaksın. O orada duruyor çünkü.
Siz de ilk defa davet ediliyorsunuz Genelkurmay toplantısına değil mi? Şaşırdınız mı buna?
Bu işleri kişisel olarak değerlendirmem. AB standartlarında bir demokrasiden, askerin AB standartlarına uygun bir noktada durmasından yanayım. Yani bunu talep etmeye devam ederken beni çağırırlarsa tavrım da, görüşüm de değişmez. Çağırmazlarsa da değişmez. Bunu AB standartlarında bir demokrasi özlemiş birisinin eleştirileri olarak algılamak lazım. Genelkurmay’ın odağında bir hayatı, bu anlayışı, toplantıyı 7-8 kanalın canlı yayınlamasını, askeri ceza kanununa göre hiçbir askerin siyasi demeç vermemesi gerektiğini bildiğimiz halde alkışlarla karşılanan bir konuşmayı normal buluyoruz. Türkiye’nin standartlarının, zenginliğinin, özgürlüğünün, refahının, kurallarının, ilkelerinin çağdaş bir ölçüye gelmesi gerektiğine inanan ve bunun peşinde koşan birisiyim. Ama bu toplantı da gösterdi ki Türkiye bundan çok uzak.
AKP, Obama’nın istediği çizgiye oturabilmiş değil...
“Amerika, Müslüman bir ülkenin demokrat olabileceğini ispata çalışıyor. Zengin, özgür, AB standarlarına kavuşmuş bir Müslüman ülke olmasını istiyor. Müslümanlıkla demokratlığı bir arada AB standartlarında götürebilirsek, ağzımızdan burnumuzdan tereyağı fışkıracak, emsal bir ülke olacağız. Ortadoğu’nun ve Kafkaslar’ın yıldızı haline dönüşeceğiz. Obama’nın Müslüman laik vurgusu sürekli yapmasının nedeni bu. AKP maalesef muhafazakârlıkla demokratlığı her zaman dengede tutabilen bir parti değil. Obama da halen ondan medet ummakla beraber düzelmesi için mesajlar veriyor. Şu an bilgisayarcıların iktidarı Amerika’da. Bunlar çatışma istemiyor. Herkesin kendi sorununu çözmesini, bir yandan da kendini geliştirmesi, bilgisayarlara kayıt oluşturması, kalkınması, zenginleşmesini istiyorlar. İleri teknolojilere talep yaratmasını istiyorlar. “
12 Eylül sonrası üniversiteler garnizona döndü
Üniversitede hoca olmaktan sıkıldığınız oldu mu hiç?
Giderek nitelik kaybediyor üniversiteler. Altın darbeyi zaten 12 Eylül vurmuştu. Garnizonun parçası haline getirdi üniversiteleri. Kışlanın sivil uzantısı haline gelmiş hepsi. Yerel olmaz üniversite. Benim için aşktır üniversite. O aşkı yaşayamadım. Bireysel zorluk çok yaşamadım ama uluslararası bir ölçüyü, zarafeti, letafeti, inceliği bir yangın yerinde arar gibi hissettim hep kendimi.
İncirlik Üssü’nü protesto etmeyen ulusalcı olur mu?
Darbe yapmak isteyenlerin ya da kendini ulusalcı diye tanımlayanların aslında ne istediklerini anlamaya çalıştınız mı hiç? Bir ulusalcı ne ister?
Gerçekten ulusalcıysa biri nasıl olur da yıllardır orada duran İncirlik Askeri Üssü’nü merak etmez? Orada ne oluyor bilen var mı? Neden acaba kaldırmak için kampanya yapmıyorlar? Türk insanının yaşam kalitesininin, refahının, özgürlüğünün gelişmesini istemeyen, bilim ve teknoloji üretiminden bahsetmeyen, patent sayısını artırmayı hedeflemeyen ulusalcılık sadece sömürge arayışı olabilir. Askerin patent sayısı üzerine konuşmasını çok isterim. Modernitenin taşıyıcısının askeriye olduğunu söyledi Genelkurmay Başkanı... Oysa bunun taşıyıcısı her yerde burjuvazidir.
AKP’ye kalsa Ergenekon çoktan kapanırdı ama bu iş onları aştı
AKP karşıtlarının savunduğu bir mesele haline döndü Ergenekon. AKP gerçekten Ergenekon’un üstüne gidiyor mu sizce?
Bence AKP’ye kalsa Ergenekon kapanır bile. AK Parti’yi aşan bir irade Ergenekon’un peşinde. Siyaset kurumuyla askeri kurumların anlaşmasını önleyen başka bir irade çalışıyor. AKP’nin de onayı var ayrıca. Ama onaylamasalar bile bu iş sürecek gibi gözüküyor. Çünkü herkes paralel devletini temizledi Türkiye temizlemedi, Güneydoğu’da kullandı. Ve hastalandı Türkiye. Dünya sistemi Ergenekon’u tasfiye ederek Türkiye’yi tedavi ediyor. Ama bunu kendi kendimize yaparak iyileşmemizi istiyorlar. Burası NATO ülkesi. Burada NATO’nun ve Amerika Birleşik Devletleri’nin istemediği hiçbir darbe olmaz. Bu sefer darbeyi yapamadılar, çünkü Amerika istemedi.
(Vatan)
Günahlar ve sonuçları
Mehmet Talu - Milli Gazete 2009-04-23
________________________________________
Günahlar ve sonuçları
Soru: Günah ne demektir, günah ve isyanın sonuçları nelerdir?
Cevab: Bismillâhirrahmanirrahim.
ALLAH Teâlâ'nın yasakladığı bir işi yapmaya günah denmektedir. ALLAH Teâlâ'yı tanımaya, kulluğa engel olan, ALLAH Teâlâ ile kulun arasına perde olan herşey günâhtır. Günahlar, kebair yani büyük ve sagair yani küçük olmak üzere iki türlüdür. Genelde Kur'an-ı Kerim veya Sünnetle yasak olduğu belirtilen ve cezasından söz edilen suçlara büyük günah denmiştir. ALLAH Teâlâ'yı tanımaya engel olan ve yapılması hâlinde şer'î ceza gereken veya ALLAH Teâlâ'nın cehennem azabıyla tehdit ettiği günâhlar kebairdir. Dünyada cezayı, ahirette de azabı gerektirmeyen küçük suçlar da sagairdir. Ancak buradaki büyüklük, kendinden küçük olanına yol açma anlamında değildir. Bir günahın büyük veya küçük diye anılması, kul açısından küçüğüne karşı gevşeklik hakkı doğurmamaktadır. Kimi durumlarda küçük günahlarda ısrar etmek de büyük bir günah olarak görülmüştür. Yani devamlı işlendiğinde küçük günâh küçük olmaktan çıkar. Nitekim Abdullah b. Abbas(R.A.)'den rivayete göre Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimiz: "Israr etmekle beraber küçük günah kalmaz, yani küçük günahlar ısrarla işlenmeye devam edilirse, onlar da büyük günah olur. Tevbe ve istiğfar etmekle de büyük günah kalmaz, yani affedilir." Buyurdu. (Camiul-ulûm vel-Hikem, 1/179)
Küçük de olsa günahlarda ısrar etmek, hakkın aynası olmak için yaratılan iman yeri olan kalbi karartır. Günah kalbe işleyip onu karartarak iman nurunu oradan çıkarıncaya kadar katılaştırır. Her bir günahın içinde küfre gidecek bir yol vardır. Günah istiğfar tevbe ile hemen yok edilmezse, kalbi kötülüğe sürükler ve ALLAH Teâlâ'nın itaatinden çıkmış bir kalp hâline getirir. Bu bakımdan: "Günâhın küçüklüğüne-büyüklüğüne bakma, kime karşı suç işlediğine bak!"
Nevvas b. Sem'an el-Ensarî (R.A.) diyor ki: Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimize, iyilik ve günah hakkında sordum. Şöyle buyurdular: "İyilik, ahlâk güzelliğidir. Günah ise kalbinde gıcık yapan, içini rahatsız eden ve insanların muttali yani haberdar olmasından hoşlanmadığın, istemediğin şeydir." (Müslim, Birr: 14, 15; Tirmizî, Zühd: 52; Darimî, Rikak: 73; Ahmed b. Hanbel, 4/182, 227, 228, 5/251, 252)
Vabisa b. Ma'bed el-Esdî (R.A.)'ya, Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz:
"Birr yani iyilik ve ism yani günahı sormaya geldin, değil mi? buyurmuş. Vabisa:
- Evet, dedim, dedi. Bunun üzerine Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz parmaklarını bir araya getirdi, onunla göğsüne vurdu ve üç kerre: "Ey Vabisa! Nefsine danış, kalbine danış, buyurdu. Devamla da: Birr, iyilik: Nefsin sükûnet bulduğu, yatıştığı ve kalbin mutmain olduğu şeydir. İsm, günah ise Müfti olan insanlar sana fetva verseler bile, nefsinde gıcıklık yapan ve kalbinde tereddüd meydana getiren şeydir." buyurdu. (Darîmî, Buyu: 2.)
Evet, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin, iyilik ve günahı tefsir edişindeki şumûle dikkat etmek gerekir.
Ebu Hureyre (RA.)'den rivayete göre Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurdu: "Yedi helâk ediciden sakının!
- Onlar nelerdir, Ya Resûlellah!
"ALLAH'a şirk koşmak, sihir, ALLAH Teâlâ'nın öldürülmesini haram kıldığı bir canı haksız yere, şer'i bir hüküm olmaksızın öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, cihaddan kaçmak ve her şeyden habersiz namuslu mü'min bir kadına zina iftirasında bulunmak." (Buhârî, Vasaya: 23; Müslim, İman: 145)
________________________________________
Günahlar ve sonuçları
Soru: Günah ne demektir, günah ve isyanın sonuçları nelerdir?
Cevab: Bismillâhirrahmanirrahim.
ALLAH Teâlâ'nın yasakladığı bir işi yapmaya günah denmektedir. ALLAH Teâlâ'yı tanımaya, kulluğa engel olan, ALLAH Teâlâ ile kulun arasına perde olan herşey günâhtır. Günahlar, kebair yani büyük ve sagair yani küçük olmak üzere iki türlüdür. Genelde Kur'an-ı Kerim veya Sünnetle yasak olduğu belirtilen ve cezasından söz edilen suçlara büyük günah denmiştir. ALLAH Teâlâ'yı tanımaya engel olan ve yapılması hâlinde şer'î ceza gereken veya ALLAH Teâlâ'nın cehennem azabıyla tehdit ettiği günâhlar kebairdir. Dünyada cezayı, ahirette de azabı gerektirmeyen küçük suçlar da sagairdir. Ancak buradaki büyüklük, kendinden küçük olanına yol açma anlamında değildir. Bir günahın büyük veya küçük diye anılması, kul açısından küçüğüne karşı gevşeklik hakkı doğurmamaktadır. Kimi durumlarda küçük günahlarda ısrar etmek de büyük bir günah olarak görülmüştür. Yani devamlı işlendiğinde küçük günâh küçük olmaktan çıkar. Nitekim Abdullah b. Abbas(R.A.)'den rivayete göre Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimiz: "Israr etmekle beraber küçük günah kalmaz, yani küçük günahlar ısrarla işlenmeye devam edilirse, onlar da büyük günah olur. Tevbe ve istiğfar etmekle de büyük günah kalmaz, yani affedilir." Buyurdu. (Camiul-ulûm vel-Hikem, 1/179)
Küçük de olsa günahlarda ısrar etmek, hakkın aynası olmak için yaratılan iman yeri olan kalbi karartır. Günah kalbe işleyip onu karartarak iman nurunu oradan çıkarıncaya kadar katılaştırır. Her bir günahın içinde küfre gidecek bir yol vardır. Günah istiğfar tevbe ile hemen yok edilmezse, kalbi kötülüğe sürükler ve ALLAH Teâlâ'nın itaatinden çıkmış bir kalp hâline getirir. Bu bakımdan: "Günâhın küçüklüğüne-büyüklüğüne bakma, kime karşı suç işlediğine bak!"
Nevvas b. Sem'an el-Ensarî (R.A.) diyor ki: Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimize, iyilik ve günah hakkında sordum. Şöyle buyurdular: "İyilik, ahlâk güzelliğidir. Günah ise kalbinde gıcık yapan, içini rahatsız eden ve insanların muttali yani haberdar olmasından hoşlanmadığın, istemediğin şeydir." (Müslim, Birr: 14, 15; Tirmizî, Zühd: 52; Darimî, Rikak: 73; Ahmed b. Hanbel, 4/182, 227, 228, 5/251, 252)
Vabisa b. Ma'bed el-Esdî (R.A.)'ya, Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz:
"Birr yani iyilik ve ism yani günahı sormaya geldin, değil mi? buyurmuş. Vabisa:
- Evet, dedim, dedi. Bunun üzerine Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz parmaklarını bir araya getirdi, onunla göğsüne vurdu ve üç kerre: "Ey Vabisa! Nefsine danış, kalbine danış, buyurdu. Devamla da: Birr, iyilik: Nefsin sükûnet bulduğu, yatıştığı ve kalbin mutmain olduğu şeydir. İsm, günah ise Müfti olan insanlar sana fetva verseler bile, nefsinde gıcıklık yapan ve kalbinde tereddüd meydana getiren şeydir." buyurdu. (Darîmî, Buyu: 2.)
Evet, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin, iyilik ve günahı tefsir edişindeki şumûle dikkat etmek gerekir.
Ebu Hureyre (RA.)'den rivayete göre Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurdu: "Yedi helâk ediciden sakının!
- Onlar nelerdir, Ya Resûlellah!
"ALLAH'a şirk koşmak, sihir, ALLAH Teâlâ'nın öldürülmesini haram kıldığı bir canı haksız yere, şer'i bir hüküm olmaksızın öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, cihaddan kaçmak ve her şeyden habersiz namuslu mü'min bir kadına zina iftirasında bulunmak." (Buhârî, Vasaya: 23; Müslim, İman: 145)
Kaydol:
Yorumlar (Atom)





